23.07.2010

Aziz Nesin’e Mektuplar…


Sayın NESİN;
Başka ihtiyaçlarını almak için, çarşıya çıkmış olan birçok kadın müşterimin; uğrak yeri olmuştu, yeni mekânım! Bir çay içimi, bir iki kısa sohbet, genellikle dedikodu da içermeye başladı zamanla! Karşılıklı hoş görüyle geçirmeye başladık, bu zamanları! Ama sadece altı yıl sürebilmişti!
İlk etkinliğimiz olan Uğur Mumcu’yu ölüm yıldönümünde anma programımızda, belediye salonunu hınca hınç doldurabilmenin ayrıca gururunu yaşadık, hep birlikte! Benzer etkinliklerin ilçemizde ilk başlatan ekip olmanın, olaylara daha duyarlı yaklaşabilmenin onurunu da yaşıyorduk! Yıllar geçtikçe, üzgünüm salonları dolduramadık. Biz mi başarısızdık? İnsanlar mı duyarsızlaştı? Bilemedim…
Salonların ötesinde meydanlarda da esamimizin görülmediği yıllarda; 24 Ocak 2003’te aldığım bir telefonla ilçe teşkilatı binamıza gidip; arkadaşlarla görüştüğümde. Uğur Mumcu’yu Anma Programı için bir konuşma hazırlamamı istemişlerdi benden. O yıllarda üyelik dışında hiçbir sorumluluğum yoktu. Severek, deyip önerilerini kabul ettiğimde; konuşmamın eleştiri dozunu bilerek ve isteyerek, aşma kararı almıştım!
Kadın katılımını sağlama adına verdiğimiz mücadelede var olabilmiştik ama zamanla haksız eleştiriler bizi bıktırmıştı. Üç dönem anlamsız tartışmalarla çok yıprandığımız anlar olmuştu. Kısa bir zaman sonra, aldığım eğitim sekreterliği sorumluluğumun gereği olarak yapmaya çalıştığımız etkinliklerde, hep ön planda olmam eleştirisine, çok anlamsız bulduğum suçlamalara, muhatap olmaya başlamıştım! Sorumluluğum gereği alınan kararların arkasında durmak zorundaydım! Eğitim Sekreterliği sorumluluğu bana onlar tarafından verilmişti oysa! Bunları kendi adıma yapmıyordum ki! Severek verilmeye çalışılan emeğin; böylesi saçma bir saptamayla, saptırılmaya çalışılmasına inat! Daha çok etkinliklerin altına imza atmaya çalışıyordum, bende! Bir zaman sonra; “ben her zaman, her türlü desteği vermeye hazırım, arkadaşlar! Siz bana hiçbir sıfat vermeyin, lütfen“ deyip; ilçe teşkilatında severek yapmaya çalıştığım çalışmalarıma son noktayı koymuştum! Ama tarafıma kesilen ağır faturaları ödemek zorunda kalarak…
Yaşadığımız anlamsız sürtüşme ve gruplaşmaların kısır çelişkisi sonunda; hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimiz inancıyla pes etmiştim! Oysa ilk katıldığımız yıllarda çok anlamlı bulup; her birimizin böylesi sorumlulukları almasını zorunluluk saydığım bu sorumluluktu benim için! Birbirine destek olması gereken insanların, anlamsız kısır çekişmelerine dayanamayıp, üç dönem sonrası adeta kaçmıştım. Uğur Mumcu’nun 10’nuncu Ölüm Yıldönümünde, ben o yıl sade bir üyeydim. Telefon ederek benden istenilen konuşma metnimi; Partimiz, Atatürkçü Düşünce Derneği ve Sendika adına hazırlamıştım. Yakın geçmişte buna benzer çalışmaları verilen sorumluluğun gereği olarak yaptığımda; hep ön planda olmam suçlamasıyla yıpratılıyordum. Hiçbir sorumluluğum yokken, davet edilip görev teklifi alıyordum. Bu aslında onlar için anlamsız bir çelişki olsa gerek! Ama ben bu metnimi severek hazırlamıştım. Meydanda toplanmıştık, Anıt’a çelenk bıraktıktan sonra, ben hazırladığım basın bildirisini sunarken! Bu duygularımı onlarla paylaşmaktan, ala koyamadım kendimi! Üzüntüm dilime ve yüzüme vurdu; bu duyarsızlıktan duyduğum rahatsızlığımı ifade ederken; haddimi aşarak, eleştiriden çok ötede, sert bir ses tonumla suçlayıcı bir ifade şekline dönüşmüştü sunumum! Yerel basın mensubu arkadaşımız, çektiği fotoğraflarda, dışa vurmaya çalıştığım duygularımı, çok güzel yakalamıştı o gün! O fotoğrafları gören herkes: “sen burada birileriyle kavga mı ediyorsun?“ diyordu… Bu basın bildirimi sizinle de paylaşayım.
Katlediyorlar Kahroluyoruz; Aradan Yıllar Geçiyor Unutuyoruz!
Saygı Değer Katılımcılar; Bu Gün Burada Sayın Uğur Mumcu’nun, Katledilişinin Onuncu Yıl dönümünde, Kendisini ve Demokrasi Şehitlerimizi, Anmak İçin Toplandık!
Partim, Atatürkçü Düşünce Derneği ve Sendika Adına Hazırlanan Basın Bildirisini, Sunacağım Şimdi Sizlere…
Ülkemizde yıllardır aynı senaryo uygulanıyor. Türkiye’de çağdaşlığı, laikliği, demokrasiyi savunanlar, katlediliyorlar! Ardından yetkililer:
“Kanı yerde kalmayacak; failleri yakalayacağız “ diyorlar…
Tepkiler zaman içinde yatışıyor; geçen zaman içinde olay unutuluyor. Yeni bir cinayet işlenesiye kadar; toplum suskunluğa bürünüyor. Halk katillerin yakalanacağına inanmıyor! Üçok’tan, Aksoy’a, Emeç’ten, Mumcu’ya, Kışlalı’dan, Hablemitoğlu’na değin birçok faili meçhul cinayeti aydınlatamayan devlet kurumlarına ve siyasilere kimse güven duymuyor!
24 Ocak 1993’te, Ankara Karlı Sokakta patlayan bir bomba; Uğur Mumcu’yu aramızdan, aldı! O korkusuz kalem, O cesur insan, bağımsızlığın, yurtseverliğin şairi, Saygı Değer Güzel İnsan; Mumcu da eli kanlı katillerce katledildi!
Cenazesinde on binlerce insan vardı. “Katiller bulunsun; hesap sorulsun!“ sloganlarıyla yürüdü…
Yürüdük, bağırdık, sesimiz kısılıncaya kadar…
Aradan yıllar geçti! Yalnızca yıl dönümlerinde anımsadık! Mumcu için düzenlenen paneller, söyleşilerde başlangıçta hınca hınç dolardı salonlar…
Sonra salonlarda azaldık! Meydanlarda ise yok olma noktasına geldik…
Konuşmalarda isimleri geçtiği zaman, içimiz sızladı ama o kadar…
Oysa katledilen Demokrasi Şehitlerimizin hepsi!
İnsanı, insanlığı, tümüyle Türkiye’yi evrensel değerlere ulaştırmak, daha güzel, daha kolay yaşanılır bir dünya için düşündüler ve yazdılar! Buna karşın; kendileri için hiçbir şey istemediler…
Acı ancak gerçek; örgütlülüğümüz giderek zayıflıyor! Yalnızca acıda bütünleşiyoruz! Tepkimizi haykırıyoruz; sonra dağılıyoruz! Aydınlık yarınlarımıza zemin oluşturacak; zamanlarda güç oluşturamıyoruz!
Yıllar önce yayınlanan “Liberal Çiftlik“ kitabında, Sayın Mumcu! “Şimdiye kadar kızarak yazdım, anlamadılar! Şimdi de gülerek yazıyorum; belki anlarlar!“ diyerek:
Ekonomimiz alaturka, liberazimimiz arabesk, sermayemiz nazlı, iş adamımız narin!
Ekonomide serbest, siyasette grekoromen güreşiriz! Uçan kuşa borcumuz; uçmayana hıncımız var…
Devrim yasak, evrim sakıncalı, döneklik yararlıdır! Az gelişmiş demokrasisimizde…
İfadeleriyle kara mizah yaptığı kitabında; “Solculuk Gelişiyor“ başlıklı yazısında, parçalanıp, bölünmüşlüğümüzü hicvedip, şöyle bitirmiştir!
“Solcuları bir araya getirmek için yapılan çalışmaların 2520 yılına kadar; süreceği anlaşılmaktadır. Sol fraksiyonların ve çeşitli sosyal demokrat görüşlerin, nerede bir araya gelmeleri gerektiği konusundaki tartışmaların; önümüzdeki yüz yıl içinde başlayacağı sanılmaktadır!“ demiş rahmetli…
Kendisinin yazmış olduğu bu kara mizahtan, burada toplanan bizlere de pay düştüğü gerçeğini, üzülerek anımsatmak istiyorum sizlere! Her birimiz bu duyarsızlık konusunda, çok da masum sayılmayız…
Zararın neresinden dönülürse kar saymamız umuduyla, yıllardır hep gözden kaçırıp, hakkını veremediğimiz, ortak kimliğimiz ve sorumluluklarımızın gereği olan, gerektiği anlarda güç oluşturabilmemiz gerektiği konusunda, çok da başarılı olamadığımız gerçeğinin, çok önemli ayrıntıyı her seferinde göz ardı etmemizin; hepimizin en büyük yanılgısı olduğuna inanıyorum! Bu duyarsızlığımız ve anlamsızca kısır çekişmelerin içinde zaman ve emek kaybımızın da bizim ayıbımız olduğu inancındayım!
Bu parçalanmışlığımızın, bölünmüşlüğümüzün, faturasını çocuklarımıza, torunlarımıza ödetme hakkımızın olmadığının ayırtına varıp; gücümüzü birleştirme, bütünleştirme eylemini başlatalım! Uzatıp birbirimize ellerimizi, birleşip, bütünleşelim, karanlıklardan birlikte kurtulalım! Bunu yaparken de ille de birbirimizi çok sevmemiz gerekmediğini anımsatarak! Tıpkı şu anda hiç birimizin, bir birimizin karakaşı ve kara gözünün hatırı için bu meydana gelmediğimiz gibi! Bize burada bulunma zorunluluğunu duyumsatıp, bizi aynı saatte, aynı alanda bulunmaya iten ortak kimliğimizin gereği sayarak; bundan böyle taşımaktan onur duyduğumuz bu kimliğimize hakkını verebilmek, gereğini yapabilmemiz umuduyla! Saygı değer katılımcılar…
Kaleminden başka silahı olmayan; yazarlık ve gazetecilik alanında, hiçbir tehdide kulak asmayan, Laik Türkiye Cumhuriyet’ini, korumak adına her yazdığını belgelere dayandıran; araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu, üretkenliğinin cezası olarak; katledildi!
Suçu: Düşünmek!
Araştırmak!
Ve Yazmaktı!
Bu gün 24 Ocak 2003!
Uğur Mumcu’nun ölümünün, 10’cu yıldönümü!
O’nu hunharca katledenler; bilmeli ki!
Sayın Mumcu, fikirleriyle ve eserleriyle; sonsuza dek yaşayacaktır!
Katılımınızdan dolayı hepinize teşekkür ederek; saygılarımı sunarım…
Benzer acıları, bir daha hiç yaşamamak umuduyla!
İçeriğinde bir yazı hazırlamıştım; Sayın Nesin! Katkı koymaya çalıştığım çalışmalarımda; her zaman parçalanıp, bölünmüşlüğümüzün faturasını, çocuklarımızın hak etmediğini vurgulamaya çalıştım örgüt içinde ama maalesef hiç sevilmedim!
Soyadı kanunuyla ilgili güzel bir ifadeniz vardı:
"1934 yılında soyadı kanunu çıktı...Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizl...i aşağılık duyguları ortaya çıktı..Dünyanın en cimrileri 'eli açık', dünyanın en korkakları 'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar...kendime 'nesin' soyadını aldım. Herkes 'nesin' diye çağırd...ıkça... ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim." demiştiniz...
Sivil toplum örgütleri içinde ve yakın çevremde gördüğüm haksızlıklara karşı olumlu bir katkı koymaktan kendimi alamadıkça, aldığım eleştiriler genellikle ''Bu da kendini birşeyy sanıyor!'' şeklinde olmasına inat, hep birşeyler yapma gayreti içinde olmamın sonucunda, somut olumlu gelişmeler beni, ben ne yapabilirim? Arayışına götürdü! Anımsadıkça yüz kaslarımı gevşetip, gülümseten anılarımı sizinle paylaşmaya devam edeceğim, saygılarımla...

Hiç yorum yok: