11.12.2012

TEOKRASİDEN SIZINTI

Sizin boş vermişliğinizi
Adam sendeciliğinizi
Çok seviyorum çok…
Yolun sonuna yaklaşmaktayım
Yıkılmaz sandığınız kulelerinizde
 Sizi sokmayan yılana
 Yakmayan ateşe
 %1400 lere ulaşan artçılarıma rağmen
 Henüz taş gibisiniz ya maşallah!
İşte bu yüzden gelişim muhteşem olacak
 Taş gibi oluşunuz işimi kolaylaştıracak
 Artçılarımla kımıldatamadığım kıçınız
 Kulelerinize de sıçrayacak olan kıvılcımlarımla tutuşunca
 Tabii ki yanmayacaksınız
 Bize artık ölüleriniz değil
 Robotlaştırabildiğimiz dirileriniz gerekecek
 Sadece;
 DONAKALACAKSINIZ…
Kadriye COŞAR

26.11.2011

Dağdan Vazgeçtim, Küçücük Bir Tepem Bile Olmadı



Kızımın girişimiyle yakın geçmişte kısa bir tatil olanağım oldu ama termalle ilk tanışmama vesile oldu bu tatil. Kaplıcanın şifalı sularında güzel bir dört gün geçirdik. Otel sakindi, hizmet güzel, ortamsa harikaydı! Son gün karınca sürüsünü andıran yoğunlukta gelen konuklarla ortamın güzelliği yok olmuştu. Asansörün önünde dakikalarca beklemek bile tatilin tadını kaçırmaya yetmişti.
Konuk yoğunluğunun tatil amaçlı olmadığı çok belli oluyordu da asıl nedenini öğrenmem gecikmedi. Termal suyunun bulunduğu evlerin devre mülk olarak satışını gerçekleştirmek için yol parası ederinde yurdum insanlarının çok çeşitli illerden toplanarak, otobüslerle beş yıldızlı otelde ağırlanarak, imzayı alarak, satışı gerçekleştirme hevesinden kaynaklandığını öğrendiğimde son gecemizdi, yoksa o yoğunlukta tatile devam etmek, insanın kendisine işkence yapmasından başka bir şey olamazdı.
Açık büfe kahvaltımızı yaparken hemen yanı başımızdaki masadaki bayanların havasından, masamızda üşümeye başlamıştım! Görevliyi çağırarak çay istemesinden duyduğum rahatsızlığı bastıramayıp, çok kalabalık konuklara sınırlı sayıdaki çocukların masadaki çayları yenilemesinin olası olmadığını düşünerek, sesli düşünüp:
- Açık büfe hanfendi çaylarınızı kendiniz alacaksınız, dedim
- Nedenmiş? Servis yenileyecek!
Derken, civciv sarısına boyanmış saçları ve siyah ağırlıklı giyinmiş bayanın, karşımızdaki dağları yaratan kişinin o olduğunu anlamış oldum!
Tıka basa karnını doyurduktan sonra tepeleme peynir yığınıyla doldurduğu ikinci tabağıyla masaya dönerken gördüğümdeyse, sessiz düşünmeyi tercih nettim.
Aksi olsa kesin dayağı yerdim çünkü: ‘’ Aaaa niye zahmet ettiniz hanfendi, servise söyleseydiniz peynirinizi masaya getirirlerdi’’ demiştim içten içe ama o kesinlikle bunu anlayamadı, aldığı tepeleme peynir yığınını da yemeyip, birkaç peçeteyi yan yana koyarak alanı genişletip, iyice sarıp sarmalayıp, çantasına yerleştirdikten sonra grupça masadan kalktılar. Belli ki biraz önce boynunda görevli kartı asılı olan delikanlının yanlarına gelip: ‘’ Saat 11’de 11inci salonda sizin toplantınız, geç kalmayın.’’ uyarsının gereğini yapmak için yola koyulmuşlardı…

21.11.2011

Kim? Ne zaman Taşıdı Artvin’i Oraya :)


Yazmak en sevdiğim hobimdi. Gazetelerde yayınlanan yazılarım da oldu. Yıllarca çekmecelerimde gelişi güzel, karalamalar olarak kaldı birçoğu. Zaman içinde elime geçtikçe, yazmasaydım bunu asla anımsayamazdım dediğim anılarım, izlenimlerim, düzensiz de olsa bugüne kadar bir yerlerde kalabilmişler. Henüz atmaya elim varmıyor hiçbirini, zaman ayırıp tekrar elden geçirip, paylaşmaya değer bir konuma getirmeyi çok istiyorum.
Ancak aylardır iki satır yazmadan geçti gitti! Çünkü birçok şeyden soyutladım kendimi. Farklı uğraşlar bulmaya çalıştım kendime ama üzgünüm toplumsal sorunlar, çarpıklıklar, Aziz NESİN’lik olaylardan kaçmanın bir arayışıydı bu sanırım ve taşlar yerine oturmaya başladı diyebilirim!
Bu arayışımın, özümde ilk kaybettirdiği davranış biçimiyse, olaylar karşısında ben ne yapabilirim yaklaşımımı köreltmesi oldu. Oysa yazmadığım anda huzursuz olan bir yapım vardı. O huzursuzluğu yaşatan etkenler, genellikle yakın çevremde gözlemlediğim insanların, davranışlarından kaynaklanıyordu.
Zamanımın çoğu otobüslerde geçti bugün, eve gelir gelmez ilk yapmak istediğim şeyse, yazmak oldu. Ancak sabah kahvaltısıylaydım, otogarlarda bir şeyler atıştırmaktansa, sadece çay içmeyi tercih ettiğimden, 19.30 civarında eve geldiğimde bir kahvaltı daha yaptım. Tabağımdakileri tüketemeden kendimi emektar klavyemizin başında buldum ama bir saattir kelimelerle cebelleşmeme rağmen yazımın giriş bölümünü bile bitiremedim! Oysa yazmaya başladığımda kelimeler su gibi akıp gidiyordu. Bana ilginç gelen izlenimlerimi yazıya dökmekte, zorlanıyorum şu anda. Bu olmuyor deyip televizyon karşısına geçmem anlamına gelmeyecek ama uykusuz bir gecenin beni beklediğini görüyor gibiyim.
Bu uykusuz geceye zemin hazırlayan nedense ‘’ Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız!
Cehaletin bedelini hesaplayın.''
~Sokrates~
Özlü sözün içeriğinden kaynaklanıyor, diyebilirim…
Otobüs hareket ettiğinde yanı başımdaki koltuğun boş kalmasına sevindim içten içe! Yorgundum, hemen uyumak istiyordum. Arkamdaki koltukta oturan iki yolcu yüksek tonda konuşarak, buna izin vermedi.
Koltuklardaki televizyon hakkında bilgilendirmeyle başlayan sohbetleri, gelen telefon aramalarına verilen ilginç cevaplarla sürdü gitti. Bense onları dinlemek zorunda kaldıkça, rahmetli Aziz NESİN’i andım defalarca…
- İstersen klip izlersin, istersen televizyon. Hangisini açayım sana?
Dedi koridor tarafında oturan yolcu. Cam kenarını kapansa, tercihini yaptı:
- Klip olsun.
Dedi, koridor tarafındaki yardım sever arkadaşı devam etti:
- Bak Bengü mü olsun? Tülay mı? Akalın mı?
Dedikten sonra kliplerdeki isimleri sırayla okudu arkadaşına, verilen kararı anlamak olası değildi. Belli ki parmakla yapıldı tercih.
- Bu olsun!
Dedi arkadaşı ve beğenisini de ifade etti:
- Güzelmişşş aaahhh!
Dedi, yüksek sesle! Gülerek izlenen kliplere arada yorumlarını da ekleyip durdular. Bir ara çalan telefonla naklen yayın yaptılar.
- Ehhh amcaoğlu, otobüsteyiz, geliyoruz dedi, yolcumuz.
Daha sonra gelen telefonla, nerelerde oldukları merak edilmişti. İlginç cevap hepimizi gülümsetti. Belli ki telefonla arayan amcaoğlu
‘’ Neredesiniz?’’ demişti ki! Yolcumuz cevap verdi:
- Otobüsteyiz amcaoğlu! Geliyoruz dedim ya! Otobüsteyiz!
Dedi ama karşı taraf yol güzergâhının neresinde olduklarını merak ettiğini açıklayınca, yolcumuz yanı başındaki arkadaşına:
- Neredesiniz? Diyor amcaoğlu? Neredeyiz biz?
Derken telefonun mikrofonunu açtı, amcaoğlunun sesi de bizlere ulaşmaya başladı, arkadaşıysa:
- Levhalara bakacaksın, neredeyiz biz?
Deyince, diğer yolculardan yardım geldi.
- Manisa Salihli’deyiz de! Salihli…
- Ahhh! Mersinli’deyiz amcaoğlu, Mersinli’deyiz…
Dedi yolcumuz ama amcaoğlu telefonda:
- Ne Mersinli’si yaaa? Deyince, yolcumuz da:
- Heeee! Ne Mersinli’si yaaaaa! Artvin’i yenice geçiyoruz amcaoğlu, dedi.
Amcaoğlu:
- Ulan! Artvin, Afyon- İzmir güzergâhına ne zaman taşındı? Kim taşıdı onu oraya?
Deyince, ilk gördüğü levha, yolcumuza ilaç gibi gelmiştir sanırım! Gördüğü levhayı okuyarak:
- Ahmetli’deyiz yavvvv! Ahmetli’deyiz amcaoğlu…
Dedi ve biz bir saat daha buna benzer ilginç konuşmaları dinledik. Otobüste uyurum nasılsa deyip erken kalkarak başladığım günüm, uykusuz geçti. Akşamındaysa yazayım derken uykusuzluğum devam etti. İzmir’e girmiştik, şoförümüz otogara giden yola dönüyordu ki! O anda levhaları okuyan cam kenarını kapan yolcumuz, telefonda naklen yayın yapan arkadaşına:
- Manisa’ ya yaklaşıyoruz artık aaaahhhh! Dedi:)
Sevgili Aziz Nesin, sizi ne çok anıyor ve de arıyoruz bilemezsiniz…

28.06.2011

Sendromlar Çeşitleniyor!



Kafam tarihe karışmış guguklu saatler gibi. Kendimse tam bir müzeliğim sanırım şu aralar. Bir saat önce yuvasından çıkan guguk kuşunu dinleseydim; şimdi uyuyor olmam lazımdı.
Havada gaflet var!
Sıcağı yakıyor nemiyse, uyuşukluğu katlayarak artırıyor…
Sıra kendisine gelen bir başka guguk kuşuysa az önce:
- Madem henüz uyumadın. Toparla kendini, kalk ve dışarı çık; dedi.
Dışarıya çıkmak, pek akıllıca sayılmaz. Sıraya girmiş işler var. Yorucu olmasa da epey bir mesafeyi yürümek gerekecek. Akşam sporu niyetine, ikinci kuşun sesine kulak vermek gerek. En kötüsü de işten saymadığın sorumluluklar, bir zaman sonra sen farkına bile varamamışken örgütlenip, devleşiveriyorlar ansızın karşında. Resti çeksen geçmişteki emeklerine yazık oluyor. Durmak yok, yola devam desen, bir iki kez sonrasında o sorumluluk silsilesi, senin omuz hanene künyesini hemen kazıyor ya! Bu kez de kendine yazık etmiş oluyorsun sanırım.
On gün önce arkamdan seslenen Hatce Ninemin sözleri yankılandı şimdicek kulağımda. Akşam yemeğine çağırdı durdu ısrarla beni. Menüsünün adını da koydu, ben nazlanınca:
- Horoz kescem bak sana, diye ekledi.
- Sağol işim var!
Dedim durdum. Kabul görmeyen davetine kızdığı her halinden belli oluyordu.
- Koştur, koştur! Bil ki anan seni bir daha doğurmayacak ama dedi…
En çabuk alışılan konum, tembellik olsa gerek. Beni şu aralara fena sardı sarmaladı. Son çıkan guguk kuşunun sesine kulak verip, kalkıp dışarı çıkmak gerek. Sonrasında başıma örülecek çorabın farkındayım çünkü tezgâhı ben kurdum. Yarın itibarıyla zorlu ve de yorucu bir maraton başlayacak. Tembelliğe alışmış bu bedeni terbiye edeyim derken maratondaki sırıkları atlayabilir miyim? Atlarım, atlamalıyım kararlılığında düşmek de var ihtimaller arasında. Yaşlanmış kemikler, ölmeye başlamış hücrelerle bu saatten sonra düşmeyse, ciddi bir risk olsa gerek!
Eski alışkanlıklarla kâğıt kaleme sarıldım az önce. Nöbeti devralmaya hazırlanan yeni bir guguk kuşunun bet sesini duymak istemiyorum. ‘’ Akşam kapıya dayanmak üzere sen, henüz masanın başından kalkamadın mı?’’ diyecektir mutlaka. Ona o zevki yaşatmadan ben, maratonuma başlamak için kalkıyorum. Dönünce fırsatım olursa bu saçma sapan laf kalabalığını belki sayfamdan sizinle de paylaşırım.
Çocuk kitapları yazmayı denemek ve de paylaşmaya değer kadın konulu dosyalar hazırlayabilmeyi çok istiyorum. Daha düzenli, daha anlamlı ve de daha güzel yazabileceğim günler yakın olsun. İstemek yolun yarısıysa, diğer yarısı için hayal edip, çok çalışmam gerekecek çok…
Evden çıktım, henüz yüz metreyi geride bırakmamıştım ki tanıdık bir aile ile karşılaştım. Hemcinsim, oğlu ve eşinden bir iki metre önde giderek alıyordu yolu. Varış noktası hakkında bilgim olamazdı, sormadım da. Kibarca selamlaşıp uzaklaşıyordum ki eşinin selamlama tercihi sonucunda, aynı anda birbirine karışan kahkaha senfonimizle, sokağı birkaç saniyeliğine esir aldık. Meslektaşım:
- Abla çok yorgun ve bitkin bir haliniz var. Lütfen AKP liler sizi böyle görmesin! Diye uyardı beni:)
Yerinde bir uyarıydı, teşekkür edip, sırtımdaki kazığın gevşemiş vidalarını sıkıştırarak, daha dingin ve de dik bir duruşla, yoluma devam ettim…
Zamanınıza yazık olur bence, kibarlık olsun diye okumayın, bu saçma sapan laf kalabalığından ibaret olan yazıyı. Okudum ne yazık ki duygusuna kapılırsanız da acımasızca eleştirebilirsiniz. ‘’ Ağzı olan konuşuyor anladık da! Bunu eli kalem tutanın yazmasına taşımayalım lütfen!’’ de diyebilirsiniz!

22.06.2011

Buraya kadarmış BIZDIK:((


BURAYA KADARMIŞ BIZDIK...
Çocuklarımın can dostuydu. Bakımı zor da olsa kendisini sevdirmesini bilmişti. 1 yıl onlarda 7 yaşa denk geliyormuş. 91 yaşındaydı, bakımı zorlaşmıştı, beni çok yorsa da ölümüne alışmanın zor olacağını düşünüyordum. İlçe dışındaydım ölüm anını görmedim, üzülüceğimi biliyordum ama bu kadar ağlatacağını tahmin edememişim:((
25.03.1998 - 15.06.2011