14.06.2010

Aziz Nesin’e Mektuplar…

22.05.08 Saat: 19.26
SAYIN AZİZ NESİN
Tekrar masama dönmeden önce, sizinle paylaşacağım anılarımı düşünürken; sırayı gene köyümdeki ilkokulda, idarecilik dönemimdeki yaşanmışlıklarım aldı. Yaşandığı anda bana çok normal gelen bu anılarımı; emeklilik döneminde ilginç bularak, sizinle paylaşmaya karar verdim!
Şimdilerde reflü olduğunu yenice öğrenip; teşhis sonrası önerilen ilaçlarla, bu mide rahatsızlığımı, daha az ağrılı şekilde geçiştirebiliyorum! Yirmili yaşlardan beri, bununla yaşamayı öğrendim! Masamın çekmecesinde aralarda atıştırmak için mutlaka bir şeyler, bulunduruyordum. Mide asidini emecek türden olan yiyeceklerden. Derste beni rahatsız etmeye başlayan ağrılarıma karşı, teneffüste atıştırabileceğim, stok malzemelerimin kalmadığını görünce; köy bakkalının yolunu tutmuştum. Köy meydanından gelen seslere kulak kabarttım. Siyasi ağzının ağırlıkta olduğuna karar vermiştim ki! Bakkalı çalıştıran, ilk yıllarımdan mezun ettiğim, öğrencilerimden biriydi. Ona da sordum:
- Bu sesler ne?
- Partililer geldi! Siz dersteyken dedi.
Her seçim öncesi yaşanan, klasik durumlar…
Konuşmalara bakılırsa, tam da anlayamasam da dinleyenlerin, oylarını vermeleri halinde; seçim sonrasında köylerinde, uzay üstüyle anlaşma merkezi olacak kadar, büyük değişimlerin yaşanacağına dair vaatlerdi. Besbelli ki bu konuşulanlar! Bu aşamada kendilerinden isteyebileceğim, okulumuza yardım mahiyetindeki taleplerimize, hayır diyemeyeceklerini düşündüm!
Kim oldukları önemli değildi o anda benim için; hangi parti mensubu olduklarına bakmaksızın, aklıma gelen planı uygulayacaktım! Bir taraftan aldığım bisküvileri atıştırırken, bir taraftan da ağzı laf eden öğrencilerimi çevremde çok aceleyle toparlamaya çalışıyordum.
- Bakın çocuklar, beni çok iyi dinleyin şimdi. Size çok önemli bir sorumluluk vereceğim ama hiç zamanımız olmayabilir; lütfen çok dikkatli dinleyip, söylediklerimin aynısını yapmaya çalışacaksınız!
-Tamam öğretmenim! Ne yapacağız? Anlatın, hemen yapalım dediler.
-Hatice’yi, bu işte başkan seçiyorum. İşin en önemli bölümü O’na düşecek! O yabancılarla çok rahat konuştuğu için bu sorumluluğu verdim, kendisine. O ne derse, sizde hemen yapmaya çalışacaksınız. Bak Hatice, bir gurup arkadaşını yola dizeceksin. Diğerlerini de bahçe duvarının önünde sıra yapacaksın! Şu anda köy meydanında partili amcalarınız var. Babalarınızla konuşuyorlar. Siz o kim olduklarını bilmediğimiz amcaları, söylediklerimi yaparak, okulun önünden geçip giderlerken; önünü kesip, okulumuza davet edeceksiniz!
-Tanımadığımız adamlarla, biz naapcaaz öğretmenim?
- Bak yavrum ben henüz size neyi, nasıl yapacağınızı anlatamadım ki! Bu amcalar hemen gelirse, ne yapacağınızı bilmediğiniz için. Okulumuza davet etmenizin de bir anlamı olmaz! Ben anlatayım, sonra zamanımız olursa, merak ettiğiniz şeyleri sorabilirsiniz, dediğimde…
- Sus bi… kızım! Diye Hatice başkanlığa, başlamıştı bile!
- Yapacağınız iş çok basit ama sizin için çok önemli! Yola dizeceğin arkadaşların, büyük sınıflardan olsun. Onların görevi “ne olursa olsun, o daracık yolu çok sıkı tutup, bu amcaların okulumuzun bahçesine gelmeden; köyden gitmelerini önlemek!“
- Aaaa gelin arabası gibi!
Dedi içlerinden birisi, sonra hepsi onun fikrine katılıp, bu olay hakkında konuşmaya çalıştıysa da çabuk susturduk!
- Onlar aşağıda yola dizilip, yolu kestiğinde! Bahçe duvarına dizilmiş öğrenciler, hep bir ağızdan. Tempo da tutabilirsiniz. Başka bir şey söylemek, kesinlikle yok! “Her çocuğa bir kitap, hemen yarın!“ denilecek. Hadi deyin bakalım, olacak mı? Dediğimde provası bile güzel olmuştu:
- Her çocuğa bir kitap, hemen yarın!
- Aferin size! Çok uyumlu bir şekilde söylediniz. İşte aynen böyle olacak.
- Hepsi bu kadar mı öğretmenim?
- Hayır, daha var! Onlar okulun bahçesine gelince, sizin başınızı okşayıp, seveceklerdir mutlaka! Bence hiç şımarmayın, lütfen! Önce kesin olarak, kitapların sözünü aldıktan sonra. Hatice’nin asıl görevi başlamış olacak! Onlara söyleyeceğin şey:
- Size göstermek istediğim bir şey var, diyeceksin! Doğruca tuvaletlerimizin önüne götürerek, kapılarımızı göstereceksin. “Biz bu kapıların bir gün birimizin üstüne düşmesinden, çok korkuyoruz“ diyeceksin! Söyle bakalım neymiş? Aferin kız sana! Çok güzel söyledin! Aynen böyle, tamam mı?
- Kolaymış öğretmenim!
Otuzlu yıllardan kalma kapılarımız, gerçekten çok eskiydi. Ben çocuklarla paylaşamasam da bu kapılardan korkmaya başlamıştım. Ancak okulumuzda hiç bütçe hesabı yoktu ki o an paramız yoktu diyeyim! Her yıl İlçe Milli Eğitimden, yarım ton kömürün dışında, başka yardım alamazdık biz! Köy bütçesindeki payımızı o güne kadar kullanabilen bir idareciye rastlamamıştım. Bu sorumluluğu ben aldığımda, badana yapmak isteyince; Muhtarın ilk sözü:
“Şimdi paramız yok. Yazın bir duruma bir bakarız, olmuştu!“
- Bunu başarabilirsiniz, bu amcalar şimdi ne isterseniz yaparlar. Seçimlerden sonra hiç birisi ne sizi, ne de beni dinler! Anlaşıldı mı?
- Tamam, öğretmenim çok kolay! Yaparız biz, hiç merak etmeyin! dediler…
- Siz, bu amcaların gelmesini beklerken, ben odamda olacağım. Yapılacak işlerim var. Onların da köy meydanından, ne zaman ayrılacaklarını bilemeyiz. Onun için haydi herkes eline okuyabileceği birer kitap alsın. Ben odamda çalışırken siz bahçede, duvara yakın yerlerde kitap okuyun. Fazla hareket, koşturma gerektirmeyen oyunlardan da oynayabilirsiniz. Gözünüz kulağınız, yolda olsun yeter. Yol tutacak grup, hemen yerini alıp, onların yolunu keserken. Siz hep birden, “her çocuğa bir kitap, hemen yarın!“ diye bağırın. Siz sözünü alın, takibini ben yapacağım. Lütfen, beni üzecek bir şey yapmayın. Ben odamın penceresinden size bakacağım, tamam mı? deyip gittim.
Olaya bir oyun gibi bakıp sevindiler, heyecanlandılar ama başardılar. Ben sadece kalabalık gurup okulun bahçesine gelip, çocuklarla konuşmaya başladıklarında yanlarına gittim. Çocuklara da:
- Aferin size! Diyerek yüreklendirmeye çalıştım, sadece!
Kitap sözünü hemen aldık:
Almasına aldık da alınan sadece bir sözdü! Üstelik siyasilerin sözü, kitapları nasıl aldığımızı da paylaşacağım sizlerle, bizi üzse de o günlerde okurken sizleri ülümseteceğini umuyorum, sevgilerimle....

Hiç yorum yok: