1.03.2010

01.03.2010 ve 06.03.2010 da Yayınlanan ''Aziz Nesin'e Mektuplar'' Yazı Dizisi...

01.03.2010
Ben emeklilik ikramiyemle açtığım iş yerimi de bu tür yaklaşımlardan dolayı kapatmak zorunda kaldım! Seçimlerden sonra, bir hafta kendime dinlenme süresi tanımıştım. İşime başlayınca gördüm ki hep tanıdık yüzler alışverişi kesti benden! Hemen üç dükkân üstümde bulunan komşu esnafa gidilip, alış verişler yapıldıktan sonra! Aynı kalitede ve aynı malın satıldığı işyerimin önünde durularak, eldeki poşeti gösterme gayreti, ilk amaçlarıydı, bana seslenip:
- Hayırlı işler…
- İyi akşamlar…
- Hoşca kal, hocam…
Denilirdi, selamlaşmadan çok uzak olan bir yaklaşımla!
Seçim öncesi aynı ihtiyaçlarını benden alanlardı her birisi…
Unutulur diye bekledim, yeni mal almaya korkarak…
Aylar önce:
- Hiç biriniz bu kadının eline su bile dökemezsiniz!
Diyen vatandaşların, yaptığı bu düşünce itiraflarının, faturası kesiliyordu tarafıma!
Çoook duydum ben, benim yanımda yapılan buna benzer değerlendirmeleri! Birisine kızan, hemen şu cümleyi kurardı:
- Arkadaş, O'nun siyasi ve ekonomik hayatını bitiririm ben! Görecek O gününü, denilirdi!
Benim siyasi ve ekonomik hayatımı da bitirmeye birileri ant içmişti besbelli. Henüz eğitimleri devam eden iki kızımın geleceğini düşünerek, ihtiyatlı davranırdım; her zaman! Maaşımdan başka güvencem olmadığı için, gücümü hiç aşmaz. Elimdeki param kadar mal alır, kesinlikle borç, vade yapmazdım! İki yıl bekledim unutulur diye! Unutulmadı… Komşudan alınmış malın poşetini, bana göstermekten büyük zevk duyanları… Bu zevkten mahrum bırakmaya karar verdim… Hiçbir toptancıma, beş kuruş borcum yokken! 2001 yılının krizini bahane edip; işyerimi kapattım!
Oysa benim, siyasette ben de varım diyebilecek kadar maddi durumum iyi değildi ki! Siyaset hala ensesi kalınların tekelinde oysa 1999 da partili olmanın gereği sayıp, belediye başkan adaylığını kabul etmiştim. Ekonomik durumu ve siyasi hayatı bitecek bunun, hesabının benim üzerimde yapılmasının, düşünülmesi bile abes kaçar!
Çünkü benim şartlarımda yapılan işe, esnaflık bile denmez; esnafçılık oynuyor, denilebilinirdi ancak! Dokuz metre karelik bir iş yerinde, sermayen emeklilik ikramiyense! “Ağzınla kuş tutsan, ne yazar ki!“
Tüm bunlardan ezberime kazınan dersler de oldu:
* Siyaseti, çıkar amaçlı yapanlarla birlikte çalışmak zorundaysan. Kesinlikle arkanı bu insanlara dönmeyecek, her zaman uyanık ve dikkatli olacaksın!
* Hele de kadın olarak, katkıya kararlıysan. Teşkilatın mutfağında kalıp, beklenenleri yaparsan ne ala! Hiç başın ağrımaz. Ama fikir üretmeye kalkıp, bir de arkasında durma kararlığındaysan. “Yandı keten helvası“ denilecek ortama, davetiye çıkarmış olduğunu, bileceksin!
* Tek ayak üzerinde, duramasan da, yalan söyleyeceksin!
* Belirlenen çizginin sınırlarını zorlama gibi inatçı bir kişiliğin varsa, kusura bakma! Teşkilat içinde istenmeyen kişi ilan edilip, yok sayılma, dikkate alınmama, haddini bildirme gibi testlere tabii tutulacaksın! Şartlar böyle! Ama ben gene de:
- Haydi Kadınlar, Siyasete! Demek istiyorum…
Nurbeyan, üçüncü yılında sadece, sınav dönemlerinde gidip geldi. Denizli teklifini unutamadı. Bu yıl okul kesin biter abla, sene sonunda birlikte gideriz değil mi? Diyerek, en çok merak ettiği bir gelişme olarak görüp, umutlandı. Benim de gitme kararlılığımı görünce seviniyordu. Ancak o yıl da ben, aynı dönemde, gene uzun süreliğine, İstanbul'a gitmek zorunda kalmıştım. Nurbeyan için çok beklenti içeren günlerde üstelik…
Üniversiteden arkadaşıyla, kendi aralarındaki ileriye dönük, planlarını paylaşmıştı o yıl kızım ve arkadaşı. Yurt ve iş arkadaşlarının daha rahat katılabilmesi için düğünlerini de İstanbul'da yapmak istemişlerdi. Bize de yol görünmüş, bir ay İstanbul'da kalarak çocukların mutluluğunu paylaşmıştık. Kendilerinin istediği yerde ve şekilde; sorumluluğun çoğunu kendileri üstlenerek; organize ettikleri, çok güzel bir düğün töreniyle, mutlu beraberliklerine uğurlamıştık onları…
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın! www.kadriyecosar.blogspot.com

02.03.2010
Nurbeyan, derslerden geçer notları alınca, Denizli'ye gitmeye karar vermiş. İş başvurularını yaparken, hemen işe başlaması teklifinde, ev tutup Denizli'ye yerleşmeyi bile başarmıştı. Gelişmeleri telefonda benimle paylaşırken, mutluluğu sesine yansıyordu. Ben de çok duygulanmıştım! Sizi de etkileyeceğini düşündüğüm aramızda geçen o konuşmayı, sizinle paylaşmak istiyorum. Telefonum çaldığında televizyondan film izliyordum:
- Kızın laborant oldu abla, laborant! Sen olmasaydın, ben okuyamazdım. Ama ileride ben de senin gibi yapıp, mutlaka ihtiyacı olan bir iki kızı, topluma kazandıracağım. Sana olan borcumu ancak böyle ödeyebilirim. Demeye başlayınca, konuyu değiştirmek için ben soru yönelttim, kendisine:
- Nurbeyan, dur biraz nefes al. Hayırlı olsun, sigortan var mı? Çok sevindim! Dedim.
- Var abla var var! Dedi…
Hem biliyor musun ne oldu? Sen çok istiyordun ya, ama kısmet olmadı gitmek. Ben de bunu mutlak denemeliyim, dedim. Referans Mektuplarımı çoğaltıp, fabrikaları gezip, iş başvurularımı yapmaya çalışıyordum. Hemen iş buldum abla! İşe başladığımın ertesi günü sigortam başlatıldı. Abla, hem de annem ve babam için sigortadan sağlık karnesi bile aldık.
Yazık! Annem hastalandığında hiç doktora gitmezdi! Abla senin sayende annemin bile sağlık karnesi oldu!
Bak sana söz veriyorum, ileride maaşım artsın bu mutluluğu, zevki ben de tadacağım. Ama tabii ki zevk için değil, sorumluluk saydığımdan, bir iki kızın elinden ben de mutlaka tutacağım, abla!
- Kızım sende kardeş çok, önce onların elinden tutacaksın, dedim.
- Doğru söylüyorsun da abla hiç birisinin okumaya niyeti yok. Zorlamasak okula bile gitmek istemiyorlar ki dedi.
- Sen de o zaman okulu sevdirmeyle başlayacaksın demek ki işe. Okulun, okumanın, onlar için ne kadar önemli olduğunu anlatarak başla, dedim.
- Abla yaa! Ben, senin sohbetlerini çok özledim yaaa! Dedi…
Duyduklarım karşısında mutlu olmamak, duygulanmamak mümkün değildi! Nurbeyan için ne yapabilirim ki derken? Ana ve babasına da sağlık karnesi kazandırmış olacağımı hiç düşünmemiştim! Dinlerken gözlerim doldu, ama fark ettirmemeye çalıştım! Bunun telefonda sesime yansımamasına çok özen gösterdim, zorlanarak…
Bunca zorluklarla, mücadele edilerek, elde edilen mutluluk, çok farklı bir duyguydu! Nurbeyan ise bunlardan, daha fazlasını hak eden bir gençti…
Ama öyle olmamıştı! Çevremde O'nu tanıyan herkesle paylaşmıştım bu olumlu ve güzel gelişmeleri. İçten içe kendi adıma da çok seviniyordum. Yüzüne karşı, ben bir şey yapmadım ki desem de! O senin başarın…
O senin gayretin…
O senin azmin…
O senin dayanıklılığın…
O senin olgunluğun…
O senin sabrın…
Diyerek hep O'nu yüreklendirmeye çalışarak, zaten öyle olduğuna inandırarak…
Aşmaya çalıştıysak tüm zorlukları üç yıl boyunca, birbirimize omuz vererek…
Hiç olmazsa şu zorlu yıllar kadar sürseydi, ilk iş mutluluğu…
Küçük kızımın okulunu bitirip iş arama sürecindeki gelişmeler sonucunda Ankara'ya gelmesiyle, bu kez kendimi Ankara'da buldum. Yeni bir ortamda, yeni düzen kurma telaşındayken ben; Nurbeyan'dan aldığım mesajla, yorgunluğum ikiye katlandı, sanki! Bu kez birbirimize uzaktık. Ben gidemezdim, O'nun gelmesi sorun çözme anlamında düşünürsek, bir işe yaramazdı. Bu kez mesajlarla sıkıntısını paylaştı önce, sonra:
- Senin kızların çok şanslı yaaa abla! Dedi...
- Sen de şanslısın, kendi azmiyle okuyup, meslek edinen kaç kişi tanıyorsun ki? Bu sıkıntıların da geçecek! Sen bunları çok rahat aşabilecek, güçlü bir gençsin, dedim.
- Benim en büyük şansım, seni tanımak oldu abla! Dedi.
Şu anda telefonumdaki son mesajını silemedim. Süslü ve güçlü sözlerle de sorun çözülmüyor ki! Umarım yeni sorunlarını paylaşıp, birbirlerine destek olacak bir iki can dostu, olmuştur…
Telefonumdan silemediğim mesajında:
“ Canım ablacığım, bana annelik yapan biricik Hocam. Ben şuan işsizim. Yılbaşında işten çıkardılar ama yılmayacağım. Allah'ın izniyle ayakta duracağım dimdik. Ata'mın izinde, yarın iş görüşmesine gideceğim. Dualarına çok ihtiyacım var. Seni çok özledim, Hocama çok selam söyle. Okula gelince, yanına geleceğim, öptüm“ diyordu…
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın! www.kadriyecosar.blogspot.com

03.03.2010
Asgari ücretle bir grup elemanı işe alıp, ertesi yıl çıkışını yaparak, sırada bekleyenleri, aynı şartlarla kapıdan içeriye almanın açıklamasını, mantık, vicdan ve iş ahlakı bağlamında açıklayabilmek…
Böylesi bir sistemin içinde, var olma çabası içinde bulunmak…
Sendika nedir?
Eğitim hakkı nedir?
Sağlık hakkı nedir?
Barınma hakkı nedir?
Sosyal devlet nedir?
Hukuk nedir?
İnsanca yaşama hakkı nedir?
Sevgi nedir?
Saygı nedir?
Dayanışma nedir?
Paylaşma nedir?
GSMH nedir?
Hukukun üstünlüğü nedir?
Etik nedir?
Vicdan nedir?
Çalışma hakkı nedir?
Siyaset nedir?
Siyaseti kimler, kimin için yapar?
Elimdeki harita metot defterime yukarıda aklıma gelen, nedir sorusuyla sıraladığım cümleleri yazarken, kulağım televizyonumda, haberleri dinliyordum. Son cümlemde, siyaseti kimler, kimin için yapar? Diye yazmıştım ki o andaki izlediğim haberin notlarını ekleme gereği duydum.
09. 03. 2007 ATV ana haberlerini izlerken, ekrana gelen görüntüler ve olaya maruz kalan Vekilimizin söylemleri aynen şöyleydi:
- Elinde sivri bir cisim olmasa, yumruklayarak camı kıramazdı. Mutlaka o elindeki cisim yardımıyla, bunu başardı. Cama vuruyordu, cam kırıldı ancak parçalanmamıştı. Kırılan camı parçalayarak, elini uzattı. Çantam o anda dizimle vites arasına sıkıştırılmış konumdaydı.
Camı kırdı, çantamı aldı. Olay yerindeki polislere:
- Olay yerinde çantamı bulun. Ben de sizin görevinizi yaptığınızı göreyim, inanayım. Bulun çantamı dedim. Onlar da bana:
- Şov yapma, şov yapma! Dediler…
Olayı arkadaşlarla görüşüp; Meclise taşıyacağım! Diyordu…
Bu açıklamaları içeren haber sonrası, elimdeki deftere, not düştüm. Bunları da sizinle paylaşmak istiyorum. O gün haberin sıcaklığıyla defterime düşen notlarımda, şöyle yazmışım:
Sayın Vekilim, çantasını kaptırmama adına kaç genç kızımız, kaç anamız, kaç kadınımız yerlerde sürüklendi?
Hastanelik edildi!
Yoğun bakıma alındı!
Şok geçirdi!
Keşke bu kadarla kalabilseydi!
Kapkaçı yaşarken, kaç kadınımız öldürüldü?
Yakın gelecekte, kapkaç mağdurlarımızın istatiğini yapacak hale geldik. Ben sizin ağzınızdan; şöyle bir açıklamayı duymuş olmayı çok isterdim:
“Vatandaşlarımızın uğradığı, haksız saldırılar karşısında, mağduriyetlerini giderecek, gasp terörü haline gelmekte olan, bu saldırılar için, önceden vermiş olduğum önergemi, Mecliste tekrar gündeme getirip; daha etkili, caydırıcı sonuçlar, aldırabilmek için çalışacağım“ deseydiniz keşke! Sizin başınıza gelmeden önce sırf vatandaşlara uygulanan bu terör hakkında öncesinden verilmiş bir önergeniz olsaymış; dedim içimden…
Bir de o anda, ben değil, biz içerikli bir açıklamayı duymak, bizi daha çok sevindirecekti. O kadar çok keşkilerimiz var ki! Ben bu keşkileri hep hayallerimle süslemeyi ihmal etmedim! Hayal deyip geçmemek lazım, ya gerçekleşirse…
Mesela vekillerimiz için söylenen çok anlamlı ve güzel sözler, duymak isteyenlerdenim. Sadece temenni, istek olarak mı kalacak bunlar? Bilemiyorum! Gün doğmadan neler doğar diyenlere inancımızı yitirmemek lazım! Gene de…
Emekliliğimde bari gerçekleştiklerini, görebilmiş olmayı hayal etmekten, asla vazgeçmeyeceğim! Hayalimde hep olmasını istediğim değişimleri, paylaşayım sizinle!
Olayıdım olayıdım hey…
Çocuklarımızın mutlu!
Gençlerimizin umutlu!
Yetişkinlerimizin üretken!
Yaşlılarımızın, huzurlu olduğunu görenlerden olayıdım!
Olayıdım olayıdım olayıdım heeeyyy!
Vatandaşa aş…
İş vaat etmeyle kalmayıp…
Çarkı tersine çevirebilen…
Bize aydınlık bir gelecek sağlayabilen…
Sorumluları görüp…
Onlarla, gurur duyanlardan; olayıdım…
Olayıdım olayıdım olayıdım heeeyyy….
İnsan haklarının, tartışmaya açılmasına bile, gerek duyulmadığını, görenlerden, olayıdım…
Olayıdım olayıdım olayıdım heeyyy….
Yıllardır bölüne bölüne, yok olmanın eşiğinden, geri adımlar atılıp; var olmanın mutluluğunu bize yaşatabilenleri görenlerden olayıdım…
Sorunların, haber merkezlerine malzeme olmadan; yerinde çözüldüğünü görenlerden olayıdım…
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın! www.kadriyecosar.blogspot.com

04.03.2010
Sayın NESİN, Nurbeyan kahramanlı mektubum, uzunluğuyla rekora koşuyor…
İçimden geldiği gibi yazdığım, eklemelerimi de çıkarmadan, bu haliyle göndermek istiyorum.
Anne oldum.
Öğretmen oldum.
Duyarlı bir vatandaş, oldum.
Olmak istediklerimi de sıraladım…
Bunları olabilmek için kişinin, tek başına gayret ve emeği yetmeyecek gibi görünüyor!
Bu hepimizin, toplumsal sorumluluklarımızı, doğru algılayıp, dürüst çalışmamızı gerektiren, bir durum…
Olduklarımla mı yetinsem?
Olmak istediklerime doğru mu koşsam?
Kafam karıştı!
Ben şimdilerde, çocuklarımla her hangi bir konuda, anlaşmazlığa düşecek gibi olsam…
Bir formül yarattım kendime…
Hemen, O'na sarılıyorum…
- Aman be kızım! Ben emekli bir kadınım; ben anlamam!
Deyip, tartışmaya girmeden, olaydan anlamsız bulduğum gelişmelerden sıyrılmayı çok tuttum; işe yarıyor…
Baktım ki yakın gelecekte, olmak istediğim konularda, bir ışık pırıltısı, yansıması yoksa! O zaman ben de, bu yeni formülüme sıkı sıkıya sarılır, kendimi avuturum…
Hemen yarın, bir sonraki mektubumda, size yazmak istediğim konuları, anılarımı paylaşmak umuduyla…
Hoşça Kalın!
Saygılarımla Sayın NESİN…

Bütünlüğü bozmasın diye bugünkü mektubumu çok kısa kesmiş oldum. Sayfamdaki alanı değerlendirip, sizinle paylaşmak istediklerimi eklemek istedim. Bu arada bu yazı dizisinin netten yayınlanması bazen aksamaya başladı. Gazeteden takip edemeyenler için aynı mektupları siteme de alıyorum. Oradan da takip edenleriniz var, sağ olun! Bazı şeyler paylaşılınca anlam kazanır, benim bu gayretimin özünde de bu var zaten!
Yakın geçmişte kadınlarımızın vazgeçilmezi olan günlerde, bu yazılarım hakkında konuştuğunu ve beğendiklerini birbirleriyle paylaşmasını öğrendiğimde çok mutlu oldum. Biz genelde okuma alışkanlığı olmayan bir toplumuz, emekli öğretmen olarak yazdıklarımı, belki de hiç kitap okumamış olan kişilerin de beni gördüğünde:
- Yazılarını takip ediyordum, şimdi gazeteyi bulamadığımda üzülüp, mutlaka arayıp, buluyorum.
Diyenler olmaya başladı. Sonuçta bu genellikle kurum ve kuruluşlara düzenli olarak dağıtılan bir yerel gazete. Abonesi olan esnaf da az değil. Komşuya gelen gazete, yakın dükkânlarda da takip ediliyormuş. Ev Hanımı arkadaşlarımızın okumasını duyduğumda, aklıma şöyle bir düşünce geldi, yakın zamanda bunu değerlendirmeye çalışacağım. Çok güzel romanlarımız var. Bunların tespitini yapıp, belirlenen bir salonda toplanarak bunların sesli okumasını yaptığımızı bir düşünsenize, ne güzel olur! Belli bir yaşın üzerindeki insanlara okuma alışkanlığı kazandırılmasında bence harika bir çalışma olur.
O zaman sizden ricam 5113914 ev telefonumdan bana ulaşarak, gerçekten okuma alışkanlığı olmayan kadınlarımızın, böylesi bir program ve çalışma için ne düşündüklerini, benimle paylaşırlarsa. Bu konuda adım atıp atmamanın, doğruluğunu, ilgi görüp görmeyeceğini de öğrenmiş olurum. Şu anda geldi aklıma salona da gerek yok. Havalar ısınmaya başladı, Öğretmen Evinin bahçesinde belirlenen saatte, ev hanımlarımız kabul ederse, ben onlara sesli kitap okuma sözü veriyorum buradan.
Bunun zevkine vardıktan sonra zaten, kütüphaneye gidip kitap alıp okuyacağınızdan hiç ama hiç kuşkum yok arkadaşlar. Gelin bu güzel zevkten kendinizi mahrum etmeyin! Okumayan çoook diplomalı çalışan da tanıyorum ben. Onlara açık bir çalışma değil bu ama. Telefonlarınızı bekleyeceğim, duyarlı davranırsanız, siz kazançlı çıkacaksınız. Sayı önemli değil bu çalışma için. Biz başlatalım ve devam etmesini sağlayalım, yeter…
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın! www.kadriyecosar.blogspot com



05.03.2010
10.05.2008’teki notlarımdan…
SAYIN AZİZ NESİN
Henüz on yaşındayken. Dayıma yazdığım mektubum hakkında, duygu ve düşüncelerimi anlatan, yıllar öncesi yazarak, sakladığım notlarım, dikkatimi çekti biraz önce! Okudum, duygulandım, çocukluk yıllarıma, gidip geldim…
Şimdi, zamanımın neredeyse tamamını vererek, yapmaya çalıştığım şey:
“size mektup yazmak“
Çok uzun yıllardır, beni rahatlatan en etkili ilaç ise:
“o anda düşüncelerimden, silip atamadıklarımı; elime geçen boş bir deftere, bir parça kâğıda, içimden geldiği gibi yazıp, boş bir çekmeceye, gelişi güzel, atmak oldu“
Yıllar sonra yazdıklarımı, gelişi güzel bekletmektense, birileriyle paylaşmak için gazetelere göndermeyi denedim. Yayınlanmaya değer görülenleri, mektuplarımın sonuna ekleyip, sizinle de paylaşmak, isterim.
Güneydoğunun, küçük şirin bir köyünde ben, henüz on yaşımdayken, yazdığım ilk mektubumu, komşum Salih Amca aracılığıyla, Diyarbakır’da oturan Dayıma göndermiştim! Annemden ve kardeşlerimden, sır gibi saklayarak. O ilk gerçek mektubun, benim on yaşımdan sonraki yaşantımda yarattığı somut değişimlerin, yılar sonra; emekliliğimde size yazdığım mektuplara, konu olabileceğini, daha önceden düşünmüş veya hayal etmiş olmam olası değil!
Çocukluğumdaki ilk mektuptan, emekliliğimde size yazmaya çalıştığım mektuplarıma uzanan, dik yokuşları bir hayli çok olan, gerçeğin ta kendisi diyebileceğim, sizinle paylaşmaya değer gördüğüm, uzun ince bir hayat yolu! Yıllar önce yazıp da çekmeceme attığım anımı okuyunca duygulanmıştım, sizinle paylaşmaya başlayınca da heyecanlanmaya başladım. Çünkü bilim kurgu veya hayal ürünü değil! Gerçeğin ta kendisi…
İlk mektubumu anlatabilmek için o günlerdeki duygu selinin beni götürdüğü yerde; o an içimden gelerek yazmakla beni mutlaka çok rahatlatmıştır. Yazıp da çekmecelerimde uzun süre kalmış olan bu notlarımı, şimdi hiç değiştirmeden yazmaya özen göstereceğim. Eklemeler o anki duygu selini anlamsızlaştırabiliyor bazen.
O gün, bu notları bana aldıran kahramanım, şu anda gözümün önünde canlandı, sanki!
Yaşıtım sayılan, belinden düşecek gibi duran bol, kalın pantolonlu. Kahverengi süveterini anımsayabildim! Başındaki kasketi, alnın yarısına kadar düşmüş bir haldeydi de; yüzünün ifadesini kapatamıyordu!
Yıllar önce, O'nun beni görmüş olduğunu anımsama ihtimali hiç yokken. Bense, o ana kadar hiç görmediğim, tanımadığım bu yaşıtımla. Sadece bir alış veriş esnasında, aynı anda, aynı mekânda, çok kısa bir süre aynı oksijeni teneffüs etme, aynı esnafa para ödeme, aynı toprağa basmanın dışında ikimiz adına özdeşleştirip, sizinle paylaşabileceğim, ortak özel, kişisel bir anımız bile yok! Adını bilmem, ailesini tanımam, sayısının kaç olduğunu da bilmiyorum ama çocuğu var! O kısacık zamanda öğrenmiştim bu gerçeği.
Yıllar önce birkaç saatimi almış, O'nun tetiklemesiyle defterimdeki boş sayfaların sayısını azaltmışım! Yıllar sonra not alma alışkanlığımın sonucu olarak, bu akşam da çıktı karşıma. Kızımla paylaştığım salonumuzda, ikimiz televizyon izler gibi görünüyorduk da! Ben asıl bakar gibi yaptığım, eski defterimin sayfaları arasında gezinirken, boğuluyor gibi hissediyordum, kendimi!
Kahve renkli süveteri olan yaşdaşım, bu akşam da birkaç saatimi aldı. Beni de taaa çocukluk yıllarıma götürüp, hüzünlendirdi! Kızım yattıktan sonra yatmış olsaydım, kesin uyuyamazdım. Bir an önce yeni mektubuma başlama arzumdan dolayı. Başladım ama konu çok uzun, bitirmem mümkün değil. Başlamış olmanın ve yarın yazacaklarımın netleşmesi rahatlığıyla, mektubuma ara verip, uyuyabilmeyi deneyeceğim! Saat 01.44
Kişisel gelişimin de toplumsal gelişimin de anahtarı; her ne olursa olsun, yapmakla sorumlu olduğumuz işe, yüreğimizi koymaktır! Bizde genellikle, bunun tam zıddı olan sav, daha çok rağbet görüyor!
“Sallabaşını al maaşını“ gibi.
İlkokuldaki eğitim hakkımın, bizzat ilkokul öğretmenim tarafından, gasp edilmesini paylaşmak istiyorum, sizinle! Emekli öğretmen olarak, Öğretmenimden bu şekilde bahsetmiş olmamın, benim için de pek kolay olduğunu söyleyemem. Keşke bende bıraktığı iz ve izlenimleri daha farklı olsaydı!
Öğretmenlik görev süresinde:
“gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım!“ yaklaşımı içinde bulunamadım. Eğer aksi bir durum varsa; öğrencilerimin açıklamalarının harfine dokunmadan, sizinle de paylaşabilirim. Bu zihniyetimi de okul sınırları içine hapsedemedim…
Yıllar önce bir gün, günlük ders programımızı bitirip, eve geldiğimde ikinci mesaime, nasıl ve nelerle başlarsam, akşam çoluk çocuk gelmeden yapılması gerekenleri, en hızlı biçimde yaparımın, plan taslağını çıkardım. Önceliği akşam yemeği için alışveriş kapınca, soluğu kasapta almıştım.
Siparişimi verip, sıramı bekliyordum. Kasabın önünde duran, vitrini ve bizi izleyen vatandaş, dikkatimi çekti. Ne alacağına karar veremediğini düşündüm önce.
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın! www.kadriyecosar.blogspot.com

06.03.2010
Üzerinde kaşemsi bir kumaştan, kirli ve belinden düşecekmiş gibi duran bir pantolonu; kahverengi süveteri olan, bana yaşıtımmış gibi gelen bu kişinin, kapıda bekleme süresi uzayınca. Benim dikkatim iyice kendisinin, üzerinde yoğunlaşıverdi. Belki de içeride bulunan iki müşterinin işi bitsin, diye de bekliyor olabilirdi. Kendisini benden başka görüp, merak edenler de varmış demek ki! Kasabın çırağı:
- Amca, ne var? Dikildin kaldın, orda öyle, dedi!
Örme süveterli vatandaş cevap vermedi, çekip gitmedi de! Bir süre daha bekledikten sonra içeriye girdi. Utangaçlığını içeriye girmesiyle, daha net görebiliyordum. Benden önceki müşterinin işi çok uzun sürmüştü. Sipariş çeşitleri kabarık, hazırlanması zaman alan türdendi. Kesin kalabalık bir davet var, izlenimi uyandırmıştı bende. Kasabın çırağı, yeni müşteriye takmıştı:
- Yalı kazığı gibi, niye dikildin kaldın? Orda öyle! Dedi…
- Şey dedi!
- Ney Amca, ney? Dedi çırak.
Bu arada ilk müşteri, kendisi için hazırlanan paketi alıp gitti. Ona göre ters bir durumun olmadığı davranışlarından, belli oluyordu. O söyledi, çırak hazırladı. Kendisi, kasanın başındaki işyeri sahibiyle sohbeti koyulaştırdı. Arada çırak:
- Tamam efendim, başka? Diyordu! O da:
- Iııhh… İki kilo da, güzel baharatlanmış, pirzola olsun.
Şeklinde, birkaç kere çırağın sorularını yanıtlatarak, sohbete kaldığı yerden devam ediyordu. O’nun beni ve kapıda uzun süre bekleyen kahve renkli süveteri olan vatandaşı gördüğünü, bizim farkımıza vardığını sanmıyordum! Patron da bazen sohbetten koparak, çırağı seçeceği et bölümleri hakkında bilgilendiriyordu.
- Oğlum, kıymayı şu dananın şurasından, pirzolalar buradan, diyeceğim ama tabii ki öyle değildi. Şu an hatırlayamayacağım, o anda da anlamadığım terimlerle karşı karşıya kalmıştım. Her mesleğin kendine has oluşmuş bir terimler silsilesi olduğu gibi kasapların da olacaktı tabii. Ben de siparişimi vermiştim:
- Yağsız yarım kilo kıyma, yarım kilo da kuşbaşı, lütfen.
Çırak üçüncü müşteriye de sordu ama bize davrandığı gibi değil de; daha sert ve kulağı rahatsız eden bir tonlamayla:
- Sen ne alacağına karar verebildin mi? Amca…
- Bizim oğlan, okuldan çıkınca, köftecinin önünden geçerken durup, köftecinin vitrinine bakmış da! Köfteci de “hadi yaylan, yaylan“ demiş! Oğlan da anasına anlatıyordu da…
Sorayım dedim! Kaç para bu kıymanın kilosu?
Dedi, kasaba uzun süre giremeyen, kahverengi süveterli yaşıtım! Kelimeler ağzından kerpetenle alınıyor gibiydi…
Benden, çıraktan, patrondan utandığı; bakışlarından, duruşundan, ses tonundan, her türlü hal ve duruşundan, çok açık belli oluyordu!
O sırada vitrinden dışarı bakıp, içimden su gibi akıp giden cümlelere, kendimi öylesine kaptırmışım ki! Çırağın:
- Abla buyur, deyişinin farkına varamamışım.
- Siparişiniz, hazır diyorum abla! Daldınız, gittiniz birden. İyi değilseniz, oturun dinlenin. Bir çay falan…
Diyordu, çırak! Bense henüz ne kadar ne alacağını söyleyememiş olan üçüncü müşteri için, paramı uzatırken, yarım kilo kıyma parası daha kesin, desem; doğru olur mu? Acaba diye düşünüyordum ki o sırada, O da:
- Yarım kilo da kıyma ben alayım dedi; adını bilmediğim yaştım…
Uzatılan para üstü ve etimi alıp eve giderken; kendi kendime konuşmaya devam ettim.
* Kıymanın kilosunun kaç para olduğunu, bilmeyen bir baba!
* Fiyatını soramadan, yarım kilo kıyma siparişi veremeyen, bir baba!
* Kasaba girmeden önce, düşünmek zorunda kalan bir baba!
* Kokusundan imrenip, köftecinin vitrinini seyretme hakkından bile yoksun olan bir çocuk!
* Canı köfte istediğinden ve de sadece vitrindeki köftelere baktığı için azarlanan bir çocuğun, duygularını dinleyen bir anne!
* Kılık kıyafeti ve kısıtlanan davranış biçiminden dolayı, müşteriyi azarlayan bir ses tonuyla karşılayıp; anlattığım durumla alay etmeye kalkan bir çırak!
Bunları kendi kendime konuşarak eve giderken; kendimi çok yorgun, bitkin, halsiz, üzgün hissediyordum! Çırağın üç müşteriye karşı davranış biçimi bana; Nasrettin Hoca'nın “ye kürküm, ye!“ benzetmesinin, ne kadar sağlıklı bir zihin ve açık bir şuurla yapıldığını anımsattı. Yıllardır haklılığı konusunda, hepimizi hem fikir yapmaya devam ederek! Kasaba giremeden düşünen, kıyma fiyatını bilmeyen, çocuğunun canının çektiğini anasına anlatırken duyunca, bari kıyma alayım diyen yaşıtımı; kolay kolay unutmam mümkün olamazdı!
Devamı haftaya, saygılarımla, hoşça kalın! www.kadriyecosar.blogspot.com

Hiç yorum yok: