16.06.2010

Aziz Nesin’e Mektuplar….











HER ÇOCUĞA BİR KİTAP HEMEN YARIN - 3
Çözüm değildi, çocuklar hep daha fazla kitap geldiğini düşündüler. Belki de bize olan güvenleri bile sarsılmış olabilirdi! Görünüşte çok masumane olan kitapların içeriği bizi endişelendirmişti. Biz zaten Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerimizde, müfredatımıza bağlı kalarak, gerekli bilgileri veriyorduk! Bu kitaplarda anlatılan konulara, mantıklı cevaplar vermekte zorlanacağımızı, düşündüğümüzden; hem kitapları hem de gerekçesini çocuklardan saklamıştık! Çocuklarla paylaşıp, bunları size vermeyeceğiz desek! Hiç anlamsız bir şekilde velilerle de aynı konuyu konuşmak zorunda kalacaktık, belki de. Çocukların olayı ailede anlatması, anlatamaması! Babalarında da merak uyandıracaktı. Neymiş bunlar diye, bakmak isteyeni bile olabilecekti! Çok zorlandığımızı itiraf, etmeliyim. Çocukların kafasındaki soru işareti unutulana kadar…
Kitap sözü fos çıktı diye, verilen kapı sözünün ardını aramaktan vazgeçmeyecektim. Seçimler bitti, konuklarımızın kendi deyimleriyle ifade edecek olursam; belediyeyi aldılar! Kapı sözlerini anımsatmak için ilk birkaç gidişimde, kitaplar sohbet konusu edildi. Üzgünüm, samimi ve dürüst bir yaklaşım olmadığını bile bile! Her seferinde bu kez, ben yüzüme maske takarak! Gülümseyerek, teşekkür ettim, kitaplar için defalarca! Kapılarımız gerçekten kullanım süresini çoktan aşmıştı. Mutlaka değiştirilmeliydiler. Bu sözün takibi, kitaplarınkini defalarca katlar hale gelmişti! Pek umut görünmüyordu! Ne zaman gitsem, Özel Kalem Müdürünün sınırını aşamıyordum! Oysa ben, bir kez, Belediye Başkanının kendisiyle, görüşmek istiyordum!
Ben kapıdan içeriye ilk adımımı attığımda, her seferinde:
- Hoş geldiniz! Kapılar, biliyoruz, unutmadık: “arkadaşlar takibini yapıyorlar,“ deniyordu!
- Bakın, siz beni başkanınızla görüştürmediğiniz sürece ben, bıkmadan, usanmadan geleceğim. Hem arkadaşlarınız benim, bu konudaki kararlığımı, çok iyi bilirler! Bu kadından kurtulmanın yolu nedir? Diye sorarsanız, eminim size:
“tuvalet kapılarını yaptırmak“ diyeceklerdir! Siz bana, Başkanın kendisiyle kısacık bir randevu ayarlayın. Ben kendisiyle, bir kez konuştuktan sonra, zaten gelip sizi rahatsız etmem! dediğimde:
- Estağfurullah, Hocam! Rahatsızlık olur mu hiç, rica ederim, diyordu da…
Kendisine verilen: “beni herkesle muhatap etme! Bul bir yolunu atlat gitsin“ uyarısının gereğini çok iyi yapabilen, bir Kalem Müdürüydü kendileri! Ne kadar rahat söylüyordu, her seferinde bu mazeretleri, hayret ediyordum da sıkça yanına uğramaktan da geri adım atmıyordum.
- Başkanımız şu anda müsait değiller; Hocam! Ama kapıları, biz unutmadık. Onu da bilin! diyordu da...
Her seferinde kendisini bu konuda çok başarılı bulduğu, yüz ifadesinden belli oluyordu. Bu Kalem Müdürü, kendisini çok uyanık, beni de atlatılması çok kolay, saf bir vatandaş olarak görüyordu! Bu iletişim tam altı ay hiç sekteye uğramadan devam etmişti. Her dışarıya çıktığımda, uğrar olmuştum. Ama konuşma cümlelerimizde, bir değişiklik olmamıştı! Ben de zaten uğramış olmak için gitmeye başlamıştım. İşleyen bu sistemi çok yadırgayarak!
Bir gün olmasından çok korktuğumuz, görünmez diyemeyeceğim! Çığlık atarak gelen bir kazaydı bu bence! O korkulu rüyam, gerçekleşmişti! Çok korkmuştum ama bir o kadar da sevindim. Çünkü zarar gören bir çocuğum olmamıştı!
Bir gün ikinci teneffüsteydik ki bahçeden gelen seslerden; çok kötü bir şey olduğunu anlayıp; kendimizi aniden dışarıya atıp, olayı öğrenmek istedik! Her çocuk bir şeyler anlatmak istiyordu. Sorun kapılardı. O kapıların nasıl o kadar kalın olduğuna, gören herkes şaşırıyordu. Betonarmeden yapılmıştı sanki! Ama otuzlu yıllardan kalan, kapıların durumu hakikatten tehlike arz ediyordu. Bunda herkes hem fikirdi de verilen söz; Belediyedeki Kalem Müdürünün masasına yapışıp kalmıştı! Keşke bizim kapılar da kirişlerine, bir altmış yıl daha, sıkı sıkıya yapışıp kalsaydı! Ama dayanma, tutunma gücü tükenmişçesine; o teneffüste, kapının biri kirişinden kopup yıkılırken, bir şans eseri, karşı duvara takılıp kalmıştı! O nasıl bir dengeydi öyle!
Durumu görünce; “Ay, Allah Korudu! Bu çocukları“ demekten kendimi, alamadım!
Sadık Bey’le yıkılan kapıyı, olası ikinci bir tehlikeye karşı, oradan çekmekte zorlanmıştık! Beklenen ve korkulan bir sonuçtu. Sevindirici olan yanı, çocuklardan herhangi birinin, en ufak bir zarar görmemiş olmasıydı! Teneffüste olmamız, bir şansızlıktı! Bir aksilik olsaydı; kapının altında kalan çocuk için hem çok üzülecektik! Hem de başımız yanardı! Okulda telefonumuz yoktu. Eve gidince, Belediyeyi aradım, Kalem Müdürü:
- Biliyoruz; diyebildi sadece!
Bu kez, O’nun konuşmasına, fırsat vermedim:
- Ben, “o biliyorum la“ başlayan cümlenizin, tamamını ezberledim zaten, altı aydır dinleye dinleye! Sözümü kesmeyin; dinleme sırası sizde şimdi, dedim! Bu bir bant kayıt olsaydı; bunca zaman azıcık bir değişime uğrardı mutlaka! Hiç olmadı araya anlamsızca cızırtılar girerdi! Ama sizin söyledikleriniz her seferinde; bir önceki cevaplarınızın, aynısı olduğunu ve artık benim bunları ezberlemiş olabileceğimi, tahmin edersiniz herhalde! Lütfen, sadece dinleyin, dedim!
- Ne oldu Hocam? demeye kalktı!
- Altı aydır anlatmaya çalıştığım kaza, bugün oldu! Bunu sizinle paylaşmamın nedeni! Bu kapıları onarma sözü veren arkadaşlarınızın, olaya yaklaşımı karşısında, bulabileceğim bir başka alternatif çözümünü, engellemiş olduklarını söylemek için aradım, sizi! Şimdi, altı aydır yaşananları; Yerel Basın Muhabirimizin, bürosuna gidip anlatacağımı, yarın da diğer kapıları söktürerek; evden götüreceğim bezlerle kapı yapıp, olayı basına taşıyacağımı, en başından sizinle paylaşmak istedim! Kesinlikle randevu talebim yok! Eğer sabırla altı aydır makamınıza gelmemiş olsaydım. Şimdi sizi de suçlama hakkım olmayacaktı. Bir suçlular zinciri düşünecek olursak! Zincirin ilk halkasında ben; ikincisinde sen, üçüncü halkada söz verip de oyalamayı, marifet sanan arkadaşlarınızın olduğunu, söylemek için aramıştım! Olayın basına yansımasından dolayı üzüleceğinizi biliyorum ama inanın beni hiç ilgilendirmiyor, derken! Karşı taraftan:
- Hocam, bir saniye lütfen! Ya telefon numaranızı verin veya birazcık bekleyin, denildiğinde.
- Benim zaten söyleyeceklerim bitmişti! Deyip, olası bir mucize için, kendisine zaman kazandırmaya çalışmıştım, aslında! Telefondaki ses, değişmişti!
- Alo… Hocam, merhaba! dedi.
- Kim olduğunuzu sormaya bile gerek görmüyorum. Şimdi telefon görüşmemden sonra evden çıkıp, arkadaşınıza söylediklerimi yapmak için ilk adımı atacağım, dedim!
- Hocam lütfen sakin olun! Sizi anlayabiliyorum! Ben Belediye Başkanınız…
Dinleyin lütfen! Siz, saat kaçta köyde olabiliyorsunuz?
- Sekiz buçukta, okulda olurum!
- Hepsi kaç kapıydı bunlar?
- Sekiz!
- Yarın marangoz arkadaşlar, sizden önce okulunuzda olurlar! Ben onu söylemek için telefona bağlandım. Lütfen, siz de yenice okuldan gelmişken; evinizde yapacak işleriniz vardır. Hiç dışarı çıkıp da zaman kaybetmeyin! En ufak bir aksilikte; bizzat emrinize amade olduğumu, şimdiden sizinle paylaşmak istedim!
Dediler, ama hiç estağfurullah! Rica ederim, demek gelmedi içimden:
Sevgilerimle hoşça kalın:)))

Hiç yorum yok: