28.12.2009

Aziz Nesin'e Mektuplar

24.02.2007
23.16

SAYIN AZİZ NESİN
Ortam ve şartların gerektirdiği işleri yaparken gocunmama, yapılan işin üzerinde durmadan, o benim işim değil ki savunmasından çok uzakta durup, çözüm üretme, sanırım bizlere; şimdilerde ruhuna ”fatiha” okuduğumuz, “Yatılı Öğretmen Okullarında” kazandırılmıştı. Bu yaklaşım bir önceki mektubumla da ilgili olan, bir anımı anımsattı bana, sizinle de paylaşmak istiyorum.
Emeklilik yıllarımın başlangıcında, İstanbul’daki kızımın yanına gitmiştim. Dönüşte de o anda okulda olan eşimin yanına gidip, bir yorgunluk çayını içme, kızımla ilgili bazı şeyleri paylaşmak istediğimde, yaz dönemiydi. Okullar kapalıydı, eşim idarecilik sorumluluğundan dolayı okuldaydı. Biz çayımızı içip, laflarken, okulun görevli bayanı da koridoru yıkamaya çalışıyordu. Yaklaşık yirmi metre boyunda, beş metre enindeki bir alandı bu. Elinde koçanı kalmış süpürgeyle cebelleşen bu kadının zorluğunu görmezden gelemeyip, koridora çıktım:
- Kolay gelsin, dedim.
- Sağol Hoca Hanım! Hoş geldiniz, dedi.
El kadar süpürgeyle cebelleşen, kadın.
- Koridor biraz meyilli, süpürgen de küçük, işin zor. Şu fırçayı da ben alayım, birlikte yıkayalım! dediğimde:
- Yok yok, sağol! Olmaz öyle şey, sınıflar biraz yordu da dedi.
Bu açıklamasıyla, aynı süpürgeyle birkaç sınıfı daha yıkamış olduğunu öğrenmiş olmuştum, o anda…
- Eve gidip dinleneceğim zaten!
Deyip, fırçayla işin bir ucundan tutarak, koridoru birlikte yıkamış olmaktan yorgunluk değil, huzur duymuştum. Koridorun sonundaki merdivenlere gelince:
- Hadi sana kolay gelsin! deyip, eşimin odasına döndüm.
Eşim suskun ve biraz da düşünceliydi, ben:
- Şimdi bir çay daha içelim de ben artık gideyim, dedim. Eşim:
- Yetmiş öğretmenimiz var, hiç birisini öğretmenler odasındaki masayı silerken, görmedim dedi. Hiçbir sorumluluğun yokken, üstelik bütün gece otobüs yolculuğu yapmışken, koca koridoru yıkayıp, geldin. Üstelik adını bile bilmediğin biriyle, yan yana durarak, dedi. Ben:
- Bazı şeyleri yaparken zorunluluk, sorumluluk aramak gerekmez ki! Kadıncağızın elindeki süpürge bitmiş, sadece koçanı kalmış. Onunla hiç itirazda bulunmadan işini yapıyordu. Benim gördüğümü sen de görmelisin. Burada oturuyorsan, defalarca istenmeden, olmazsa olmazı olan, süpürgesini zamanında almanız gerekmez miydi? dedim! Baktım ki susmaya devam ediyor:
- Bakmak yetmiyor, görmek lazım! Görmekle kalmayıp, anlamak lazım! Anlamakla kalmayıp, yardımlaşmak lazım! Asıl şimdi eve gidip, dinlenmek lazım! Dediğimde, çayım da bitmişti. Hoşça kal! deyip evimin yolunu tutmuştum.
Bizi köylerimizden alıp, kurumlarında eğiten devletimizin kazanımı, hep bizim kazanımlarımızın önünde olmuştur da ”Köy Enstitülerinin” ardından bir de ” öğretmen okullarını” kapatmakla, nice okuma olanağı olmayan çocuklarımızı, cahilliğin içine atıvermiş olmanın bedeli, onların eğitimine harcanacakların, önüne geçtiğini görememe veya görmezlikten gelmenin faturası her zaman katlanarak artmakta! Bu hatayı yapanlara postalanmakta! Postalanmakla da kalmayıp, bedeli topluma ödetilmekte!
Bakmak, görmek, anlamak, çözmek, kucaklamak, yüceltmek, eğitmek, eğitmek, eğitmek…
Şimdilerde her konuda “eğitim şart!” der, olduk da! Ne yazık ki eğitime ulaşmanın zorluklarını, gözden kaçırarak…
Şimdilerde “eğitimde fırsat eşitliğini“ her yerde dillendirir olduk da…
Sosyo ekonomik kültür düzeyi, düşük olanların eğitim hakkının çooktaaan ellerinden alındığını, göz ardı ederek… Sayın NESİN!
Şimdilerdeki halimizi görmek için kahve fincanına bakıp da: ”neyse halim, çıksın falım” demeye hiç gerek yok! Her şey çok açık ve net! Ama bizde, bakıp da görememe, görüp de anlayamama, anlayıp da anlatamama veya bilinçli olarak anlatmama, susma gibi bir haller oluştu! Üzerimize ölü toprağı mı serpildi? Nedir? Anlayamıyorum! Bu anlayamadıklarımdan uzaklaşmak için de çözümü size yazmakta, arıyorum…
Yirmi dört Şubat tarihli üçüncü mektubum da gecenin derin karanlıklara ve sessizliğe büründüğü saatlerde bitti. Yazmak istediğim o kadar çok konu varmış ki hepsi bilinçaltımdan bulduğu çıkış yolunu aşarak; sıra kapmak için yarışır bir haldeler. Bu nasıl oluyor? Şu anda ben de anlayamıyorum! Yazma fikri bende saplantı haline geldiğinde, neleri yazabilirim acaba diye düşünürken? Bu kadar çok konuyu anımsayamamıştım. Biraz değil fazlasıyla da zorlanıyorum çünkü önceliklerime hep kendimi değil de çocuklarımı koyunca ben, bunca yıldır…
Bana ait bir bilgisayarım olsun diye bekledim, durdum! Sıranın bana gelmesini ama olmadı! Şimdi de mektuplarınızı yazabilmek için kızımın bilgisayarında ilk defa parmaklarım tuşlarla buluştu! Onunla ayrılmaz ikili olduk. Emekliliğimdeki bu “ilki“ ben çok sevdim. Karar verdim, bundan böyle önceliklerimin arasında ben de olacağım, zevk alarak yaptıklarıma, zaman ayırıp, kendim için de bir şeyler yapacağım…
Saygılarımla…

Hiç yorum yok: