18.02.2010
yardım çıkartılmasını sağlamıştı! Zorlamadan kastım sakın yanlış anlaşılmasın. Aynı şeyi sık sık hatırlatmadan, ibaretti! Bunun da Nurbeyan'a 100YTL lik bir getirisi olmuştu. O da birikmiş kiralar için ödenerek, buldukça ödeyeceğiz! Aman ne olur? Bir arıza çıkarmayın, anlamına geliyordu!
Sonraki aylarda da sürekliliği olmayan, bulabildiğimiz yardımlarla, dengeleri kurabilir durumdaydık. Kira hariç! Ama henüz kapı dışarı edilme noktasına da gelmemiştik. Öyle olmaması için, saygıda kusur etmeden, arzu halimizi sık sık dile getirip; gecikebilir ama borcumuza sadık kalacağımızı bilin ve bize güvenin ne olur imajını, hep canlı tutmaya çok özen gösteriyorduk!
Seçim etkinlikleri sırasında kadınlar adına düzenlenen çaylardan öteye; lüks otellerin salonlarında, içkili yemekler de düzenlenmişti. Zorla da olsa, bize satmamız için verilmiş olan altı biletimiz vardı. Bizim de katıldığımız bir yemekte, okul müdürü arkadaşımız. Beş altı tane yapay çiçek demetini, açık artırıma çıkarmıştı. Bütün Adaylar ve yandaşlarının katılımıyla çok kalabalık bir yemekli geceydi. Elli milyondan satışa çıkarılan “yapay beş altı çiçek demetinin“ değeri o gece tam tamına…
Bana:
- Hayırlısıyla, belediyeyi bir kazanalım; kızımızın sırtı yere gelmez!
Diyen arkadaşımın, eşinin son teklifiyle, kendilerinde kalmıştı. O birimin üzerine çıkan olmamıştı. O gece, onların masasını “altı yüz elli milyonluk“ yapay beş altı tane, sarının tonlarından oluşan. Tomurcuk bir gül demeti, çok özel ve güzel kılmıştı!
Biz her ne kadar son iki güne kadar kazanmalarına kesin gözüyle baksak da maalesef, yanılmıştık! Son anda dengeler değişivermişti!
“Benden şu günlerde özel ricalarda bulunmayın, lütfen!“ diyen adayımız da sandıktan, kazanan aday olarak; çıkamamıştı!
Her iki adayın tabanı aynıydı. Birleşip güç oluşturmayı değil de karşılıklı yarışmayı tercih edince! Kazanma şansının hiç olmadığı, herkes tarafından dillendirilen bir başka aday, bu çekişmeden nasibini alıp; aradan çıkarak seçimi kazanmıştı, o dönem! Şimdilerde, geçmişten gereken dersler alınmış gibi görünüyorsa da; inanmak zor!
Her iki aday, aynı kulvarda kulaç atıyorlar ama!
Güç birliği oluşturulabilindi mi derseniz? Bende ancak:
- Mümkün mü? Diyebilirim!
Fazla bir değişiklik olmadan sene sonunu getirmek üzereydik. İlçedeki Organize Sanayi Bölgesindeki bir fabrikada staj ayarladık Nurbeyan'a. Oradan bir referans mektubu alması için yönlendirdim. Okuldaki bir iki hocasından da aynı içerikli yazı almasının önemini anlattım. Sene sonunda eve gitmeden önce Denizli'ye gidip, tekstil fabrikalarına iş başvurularımızı yapacaktık. Bunun için şu 70YTL yi çok mecbur kalmadıkça harcama, demiştim. Onu da komşum Sevim Hanım’ın İzmir’de oturan görümcesi, bir torba yiyecek erzakıyla birlikte vermişti! Nelerle karşılaşacağımızı bilemem! Benim yanıma alabildiğim yetmeyecek olursa, belki buna ihtiyaç duyarız! Çok da önemli değil. Bu sadece bir önlem anlamına gelecek bir uyarı işte demiştim.
- Bir zaman sonra o parayı bana vermeye kalktı.
Almak istemedim.
- Abla ya harcarsam diye korkuyorum! Ne olur sende kalsın, dedi.
- Seni rahatlatacaksa kalsın. Fark etmez ama öncesinde kendini çok da fazla sıkmana gerek yok! Onu da bilesin deyip, adı geçen parayı saklamak amacıyla aldım.
Denizli'ye gitmeyi planladığımız günlerde benim İstanbul'a gitmem gerekti, apar topar! Nurbeyan'ı bulup parayı iade ettim. Benim geri dönüşüm uzayabilir dedim.
O yıl okulu bitiremeyeceğini de öğrenmiş oldum. İki dersini vermesi pek mümkün gibi görünmüyordu. O sıralarda küçük kızım ABD ye staj başvurusu yapmak için uğraşıyordu. Benden gidiş masraflarını karşılamamı istiyordu. Orada kaldığı sürece çalışacağı için kendi masraflarını kendisi karşılayabilecekti. İstediği masrafları hesabına yatıyordum da vize alabileceği konusunda umutsuzdum. “Denesin aman, olmaz zaten, yaklaşımı içindeydim.“ Aradı gelişmeleri anlatırken, pek bir heyecanlıydı:
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın!
www.kadriyecosar.blogspot.com
19.02.2010
- Bir hafta sonrasına uçak biletlerim hazır, sen de hemen hazırlan gel. Yurttaki özel eşyalarımı teyzeme bırakacağım. Önce ev sonra İstanbul yapamam! Mutlaka gel, bak! Orada da dayın var, ablan var işte, demeye kalkma sakın! Size kalsa bu iş zaten olmayacaktı. Ben kendi çabalarımla hallettim. Seni görmeden gitmek istemiyorum. Hiçbir bahane kabul edilemez! Ben kaç kere yurt dışına çıktım ki! Bu heyecanlı anımda yanımda olacaksın, stop! Deyince hiçbir şey diyemedim.
Beş yıl önce de ablası öyle yapmıştı. Londra'da çok güzel dil kursları var, araştırıyorum deyip; gelişmelerini paylaşırken. Sonra bir gün:
- Anneciğim, biletimi aldım. Her şey tamam ben gidiyorum, demişti.
O zaman, emekli değildim. O da anlayış gösterip, beni uğurlamaya geleceksin, dememişti. Üniversiteyi okurken ve mezuniyetinden sonra, her zaman çok yakınında olan bir dayısı vardı. Bu çocuklarım için çok güzel bir ayrıcalıktı. Üniversite eğitimi için ailenden ayrılıyorsun ama gittiğin ilde, çok duyarlı bir dayı ve teyzenin olması! Küçük kızım için bu şans ikiye katlanmış durumdaydı. Çünkü iki teyzesi de üniversite için gittiği ilde oturuyordu.
Küçük Kızımı uğurlamak için, İstanbul'a gittim ama iki ay dönemedim. İletişim fakültesinden, mezun olan Kızım ve Dayısı aynı evde beraber kalıyorlardı. Yaptığım ev yemeklerine yaptıkları jestler, benim onlarla birlikte kalma süresini uzatınca. Büyük kızım o güne kadar yapmadığı sitemleri bir biri ardınca sıralamaya başladı:
- Ben liseyi yatılı okudum. Sen kaç kere geldin okuluma? Şimdi “gideyim ben artık“ diyorsun da! Dur önce bunları konuşmamız lazım! Diyerek başlayan sitem cümlelerinin sonu gelecek gibi görünmüyordu…
- Canım sende çok iyi biliyorsun. O zamanlarda benim köye gidip gelerek öğretmenlik yaptığımı. Üstelik sen servis arabasıyla her hafta sonu, zaten eve geliyordun ya!
- Olsun, her Çarşamba veliler için görüş günü vardı. Bir kere bir kere olsun, gelmemiştiniz!
- Ciddi olamazsın! Kardeşin ortaokulda okuyor, ben çalışıyorum. Kaldığımız yerde benim hiç akrabam yok, sen şimdi bunları çok iyi bilip, yorumlama yetisindeyken, geçmişin hesabını sorup! Nedenlerini mi öğrenmek istiyorsun? Nedenler işte bu söylediklerim, değil mi?
- Olsun, ben de beş yıl önce ilk defa yurt dışına çıkıyordum. Sen beni uğurlamaya gelmedin ama dikkatini çekerim, deyince…
Ben susup, sessiz düşünmeyi seçtim. Haklı olabileceği noktalar var mı ki? Diyerek…
O yıllarda ilçemizde İngilizce Eğitim veren bir okul yok diye, senin Özel Türk Kolejlinde okuyabilmen için saat başı atmak zorunda kaldığım taklaları, unutmuş olamazsın! Demeye kalktım:
- Konumuz o değil şimdi! Deyip kendi sitemlerini sıralamaya devam edince, beni:
- Çocuk haklı!
Noktasına getirmeyi başarıp, kendimde suçluluk hissi uyandırıyordu!
Eşimle paylaşıp:
- Bir süre daha kalmam gerekiyor sanırım? Dedim.
O süre iki ay olmuştu. Güzel bir zaman dilimiydi! Çalışan bir kadın olarak, zamanında çocuklarımız için ayıramadığımız zamanın, telafisini yapmaya çalıştım.
İlçedeki olumsuz gelişmelerden, haberim yoktu. Her zaman can dostum olarak gördüğüm, bir arkadaşım telefonda:
- Gelsene sen artık; çok uzun sürmedi mi bu? Deyip, benim geri dönmem gerektiğini ima edercesine, konuşup bir şeyler anlatıyordu.
- Seni anlayabiliyorum da! Biraz daha açık ve net konuş! Neden hep aynı konu üzerinde durup “dön gel artık“ demeni anlayamıyorum! Bir terslik mi var acaba? Demeye başladım! Eğer öyleyse, söyle lütfen! Burada da çok baskı yapıyorlar, henüz gelmeye niyetim yok, deyince.
- Söylemekte zorlanıyorum ama ilçede kıyım, var! Bir ucu da size çarptı, arkadaş! Bence gelsen iyi olur, dedi.
Devamındaki sohbette, eşimin elinden yirmi yedi yıllık idareciliği alınıp; komşu ilçenin beldesine öğretmen olarak sürgün edildiğini, öğrenmiştim!
Beni de ilçeye bağlayan bir durum yoktu. Çocuklarımız eğitim için zaten aileden ayrılmış durumdaydı. Yeni görev yerimizden bir ev kiralar, bir süre köyde yaşamayı denemenin de belki güzel yanlarının olabileceğini düşünmüştüm.
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın!
www.kadriyecosar.blogspot.com
20.02.2010
O aralarda Nurbeyan kaydını yenilemeye gelmişti. Görüştüğümüzde, henüz netlik kazanmayan gelişmeleri paylaştım kendisiyle. İlçeden taşınabiliriz, ev arıyoruz, henüz bulamadık. Bak sen de kaydımı yaptırıp eve döneceğim, sınav dönemlerinde gelirim diyorsun ama geldiğinde burada olmazsak; komşuların mutlaka bilgisi olur! Onlara sorarsın, bir şekilde gene görüşürüz. Bu yıl o iki dersini de verir inşallah arzu ettiğin gelişmeler olur, merak etme dedim!
Hiçbir şey anlayamadı. İstem dışı başka yere tayin edilişimizin yorumunu yapamadığı çok belli oluyordu! Çok üzüldü! En çok tekrar ettiği cümle:
- Nasıl olur yaaa? Olmuştu!
Nasıl olduğunu O'na da ileride edineceği, hayatın acımasız gerçekleri öğretecekti, nasıl olsa! Sorusu hep yanıtsız kaldı! Açıklama gereği duymadım!
Benim de bu olayda öğrendiğim yeni acı gerçekler olmuştu. Belli bir hayat tecrübem olduğunu varsayarken üstelik! Biz yeni görev yerimize her fırsatta gidip, kiralık ev aradık. Ama bulamadık. Köye gidiyor, kahvede köylülerle oturup, masanın hesabını ödeyerek kalkıyorduk her serfinde. Kendimizi ve arayışımızı paylaşıp, gerekirse bize haber vermelerini rica ediyorduk. İlk hafta, yirmi gün, bir ay geçti. Avuç içi kadar bir yerde ev bulamamanın ötesinde, sağlıklı bir bilgiye ulaşamamamız, pek mantıklı gelmiyordu bize! Derken ikinci ayda biz, inatlaşmışçasına sokak sokak gezerek sürdürdük, oturabileceğimiz ev arayışımızı. İtiraf etmem gerekirse asıl neden, her dışarıya çıkıp, her karşılaştığımız tanıdıklarla, hep aynı şeyleri konuşmak istemediğimdendi bu inadım! Köyde ev bulup, çekip gitmek buralardan!
Gene bir kahve molasında, masamızda yaşlıların çoğunlukta olduğu bir gün, ben:
- Eşim de, ben de köylüyüz. Köyü seven, köylünün emeğine saygı duyan insanlarız. Gezerken boş evler görüyoruz ama kiraya verilmediğini öğreniyoruz. Ben, bundan hiçbir şey anlayamadım. Ev boşsa, biz de burada sonsuza kadar kalmayacağımıza göre; gerekirse ev sahibinin eşyaları varsa içinde, onları bir odaya yerleştirip, kalan bölümleri kullanmamız için bize kiraya verilebilinir. Ama hiç konuşamadan, kiralık değil deyip, olay kapatılıyor! Bu benim tanıdığım köy ve köylü tanımlamamla pek bağdaşmıyor, dediğimde! Soruma, soruyla karşılık aldım. Yaşlı bir köylü amca:
- Herkes köyden kaçarken, siz neden köyde oturmak istiyorsunuz? Dedi…
- Eşim burada çalışmak için ilçemizden iki dolmuş değiştirerek geliyor. Bu zorluğu her gün yaşamaktansa; ilçemizde oturmak için bizi bağlayan zorunlu bir nedenimiz de yok. Bu gerekçeyle, köyde oturmayı daha doğru bulduk. Ama o da olmayacak gibi görünüyor; deyince ben.
- Siz kendiniz mi bizim köyde çalışmak istediniz? Derken içlerinden birinin; gözlerindeki merak duygusu, dikkatimi çekti.
- Biz Devlet Memuruyuz. İstediğimiz yerde değil, istenilen yerde çalışmak zorundayız! Dedim. Bir başkası:
- Duyduk biz! Dedi…
- Neyi?
Sorumla biraz huzursuz oldular, sanki. Ben onları kuşkulandıran, bu duruma açıklama getirme gereği duydum. Masadaki yaşlı bir köylü vatandaş, benden daha atak davranıp:
- Bizim bir oğlan var, sizin oturduğunuz yerdeki, Tekelde çalışıyor. O'na da sizin partiden bir arkadaşı söylemiş. Biliyoruz, biliyoruz biz! Dediler…
- Neyi biliyorsunuz? Söyleyin de, sizin ne bildiğinizi, biz de bilelim! Buna da hakkımız var sanırım. Neymiş o bildiğiniz, şey? Dedim…
- Siz buraya gelmek istemiyormuşsunuz ki! Sizi zorla gönderiyorlarmış...
Haydaaa demek geçti içimden. Gel de bu pirincin taşını ayıkla şimdi! Daha sakin olup bize duyulmayan güvene açıklık getirmeye çalıştım:
- Evet, doğru duymuşsunuz! Ama bilmeniz gereken asıl önemli olan şey! Bizim köyünüzde çalışıp çalışmama konusunda; istekli olup olmamız değil, bize burada çalışacaksınız denilirken, bunun gerekçesinin altında: “bizi utandıracak, yüzümüzü kızartacak, gururumuzu, onurumuzu kıracak“ bir nedeninin olmadığını da bizden öğrenin, öyleyse! Evet, bizi buraya sürgün ettiler, deyince ben!
Hatırlayamadığımız kelime işte bu! Dercesine bir yaklaşımla:
Devamı haftaya, saygılarımla, hoşça kalın!
www.kadriyecosar.blogspot.com
Yerel Gazetemizde yayınlanmaya devam eden 3 günlük yazı dizimizi de yerleştirip, sizlerle de paylaşmak istedim. Devamı haftaya, göüşmek üzere saygılarımla, hoşça kalın:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder