22.02.2010
- Ahh işte! Bize de öyle dedilerdi!
Denilince olay netlik kazanmıştı. “Sürgün edilmiş onlar! Amaaaan ne olduğunu, kim olduğunu bilmiyoruz. Muhatap olmayalım, bizden uzak dursunlar…“
Yaklaşımıyla bize ev vermekten sakındıklarını anlayınca, ben de inatlaşırcasına. Biz de o zaman beş dakika araba yolu olan hemen yanı başlarındaki beldede arayalım evi; görev yerine ulaşımın daha rahat olur dedim. Eşime de mantıklı geldi bu öneri, bu kez biz ev aramaktansa bizim için ev arayacak birileriyle, bu konuyu paylaşmayı, daha uygun buldum.
Ben o beldedeki eski belediye başkanlarından olan; bir partiliye ulaşıp. Geliş nedenimizi ve ricamızı telefonda kendisiyle paylaşıp. Ertesi gün için görüşme talebimizi paylaştım. Kabul gördü ricam, ertesi gün okul çıkışı biz, komşu beldeye gittik. Burası daha yeşil, imar ve çevre düzenlemesi daha göz alıcı güzellikteydi. Yeşilliğiyle çok adını duymuştum da gidip görmemiştim. İlk görüşümde verdiğimiz kararın çok doğru olduğuna kendimi inandırmıştım.
Bize güzel bir ev yapımı kek ile demini güzel almış çay ikram ettiler. İlk defa konuğu oluyorduk da ben kendisinin adını duymuştum. Telefon edip, o yöreyi tanıyan birinden fikir alma, yardımcı olmasını rica etmenin de işi kolaylaştıracağını sanarak; aklıma gelen fikirden dolayı, neredeyse kendimi ödüllendireceğim. Sohbetimiz anında:
- Size burada bir ev bulma, yardımcı olma, boynumuzun borcu sayılır! Merak etmeyin hallederiz! Denilince sevinmedim diyemem:
- Estağfurullah! Tabii ki böyle bir sorumluluğunuz olamaz da! Komşu beldede yaşananlardan sonra, sizden fikir almayı daha doğru buldum. Diyerek düşüncemi paylaştım, kendisiyle:
- Hadi bakalım, kalkalım! Bu kadar sohbet yeter, gelin size bir ev göstereyim. Çok seveceksiniz, güzel bir köy evinde, nostalji yapacaksınız! Dedi.
Hemen bir çözüm bulunacağı umuduyla, hep birlikte yola koyulduk. Yolda eşi hep aynı soruyu sordu:
- Nereye gidiyoruz, kimin evini düşündün sen? Demişti ama...
Cevap verilmeyen, havada kalan bir soru olarak kalmıştı her seferinde bu! Havlusunun girişinde insan beline gelecek yükseklikte, telle yanındaki kazığa tutturulan, tahta bir kapısı vardı, gittiğimiz evin. İçeride beli ikiye katlanmış, çok yaşlı bir nine. Nineyle anlaşmak zor, belli ki duymuyordu.
- Bak nine, sana misafir getirdim. Öğretmen bunlar, kocaman bir evin var, yaşlısın, yalnız da kaldın! Hocam senin bundan böyle kızın olur. Eeee bir de oğlun olacak tabii ki! Sana biraz para da verirler, hiç belli olmaz yemekleri de beraber yersiniz belki…
Benzeri cümlelerle sohbet uzadı. Ama çok yüksek sesle yapılmasına rağmen, ninem bunların ne kadarını anlayabildi, bilemiyorum.
Bize gitmeden önce hiç bir şey anlatılmaması tuhafıma gitti. Asıl eşine teşekkür borçlu olduğumu, itiraf etmeliyim! Konuşmalar başladığından itibaren, kocasının görüş alanından çıkarak; bana bakıp, hiç konuşamadan, sadece kaşlarını yukarı yukarı kaldırarak! Sessiz çığlıklarıyla, sadece kaş mimikleriyle, hayır! Diyebilen bir kadın, duyarlılığı gösterdi! Sağ olsun…
Ninem işin para bölümünü iyi anlamaya çalışıyordu:
- Kaç para, kaç para? Dedi durdu birkaç kere…
- Çok para, çok para… Yanıtını aldı, eski belediye başkanlarından!
Devreye girip:
- Evi gördük, biz de bir düşünelim! Dedim. Teşekkür etmeyi de ihmal etmedim.
Çaktırmadan, kadın kadına, fısıldaşarak, konuşabildik bir ara geri dönerken! Sesiz çığlıkların sebebini merak ediyordum:
- Sakın aaahhhhh!
O kadın yalnız kaldı ama zaman zaman eve gelen bir oğlu var!
Anasına bile bir sürü çirkinlikler yapabiliyor! İçkici, işi gücü olmayan, sorumsuzun biri! Başınıza bela alırsınız, sakın Hocam, sakın bulaşmayın! Anamın evi değil mi? der daha sık gelir bence!
Demesi bana yetti! Defalarca teşekkür ettim! Bu kadın duyarlılığı için kendisine! Köy nostaljisi yapalım derken…
Aylar sonra sadece isim benzerliğinden kaynaklanan bir yanlışlıkla ben; bize “güzel bir köy nostaljisi yaşarsınız, bu köy evinde“ diyen beyefendiye, telefon ettiğimde yanlışlıkla, aynı isimden bir başkasını aradığımı sanarak, yanılgımı anladığımda kendisine:
- Telefon rehberimden adınızı silmeyişimden kaynaklanan bir isim benzerliğinden kaynaklandı, telefonunuzu çaldırmam, dediğimde beni hatırladı. Ben konuşmayı kısa kesip, son bir şey söylemek istiyorum size deyip; beni rahatsız eden düşüncelerimi kustum:
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın!
www.kadriyecosar.blogspot.com
23.02.2010
- Beldenizdeki ev arayışımızda, partili olma kimliğinizden dolayı sizden yardım ricama; akıl almaz planınızla! Köyünüzdeki anasına bile eziyet etmekten sakınmayan şahsiyetle, gerekirse anasının evinde aynı ortamı paylaşmak zorunda kalmamdan; karşılaşacaklarımdan nasıl bir zevk alıp, mutluluk duyacaktınız? Bunu partili olmanın çok ötesinde hangi duygu, düşünce ve karakter özelliğinizle bağdaştırıp; denemeye kalktığınızı hala anlayabilmiş değilim! Dünya küçüktür derler; yanlışlıkla bir kez daha telefonuma çıktınız; bir daha hiç yüz yüze karşılaşmama umuduyla şimdi ayırtına vardığım unutkanlığımla, rehberimden telefon numaranızı sileceğim! Yoksa bunları karşılaştığımda sormaya kalkmaktan kendimi ala koyamaz ve mutlaka bu tartışma uzar ve daha kırıcı olabilirdik! Şu anda bu yanlışlıktan, duygularımı ifade edebilmiş olmaktan dolayı ben çok hoşnuttum, dediğimde!
“Koyduğu tavır; pişkin pişkin gülmek olmuştu…“
Kim bilir nelerle karşılaşacaktık! Ben yirmi yıl ilçeden köye giderek emekli oldum. Şimdi köyde çalışmak sırası O'ndaysa, baksın başının çaresine! Diye biraz da bencilce düşünüp, bu konuda eşime destek olmak amacıyla çıktığım yoldan; bilinmeyen denizlere yelken açmaktan vazgeçtim…
Bu O'nun sorunu, ister çalışır, isterse emekli olur, bana ne? Deyip, ev arayışlarıma noktayı koydum. Bize yapılan teklifteki tehlikeyi, yardımını rica ettiğimiz ağabeyimiz de çok iyi biliyordu! Sonra uyandım ben! O bizden değildi! Desem biliyorum, çok anlamsız gibi gelecek size ama! Kadın katılımını sağlayabilmek için elemansız iş yerimi bırakarak, gittiğim ilçe teşkilatımızda öğrendim, ben bu anlamsız, içi boş deyimleri!
Birlikte çalışmaya başladığımız guruptan sayıldım, ben hep yıllarca! Seçim sürecinde, en büyük darbeyi onlardan yememe rağmen!
Sayan kim? Sayılan kim? Kim bunlar… Neden bir araya gelmişler? Bir araya gelmenin hak ve sorumluluğunu, neden göz ardı ederek, ben olmayı henüz becerememişken, biz olmak için toplanmaya kalkmışlar…
Onları kim yapan, ortak kimliklerini; yok saymaya ne hakları olabilir ki! Diye hiç düşünmeden! Bunun hesabı hiç yapılmadan! Hiç bunlar tartışılmadan! Ben de inadına, hiç bıkıp usanmadan, hep bu sorularla karşılarına çıkıp. Hep bunları tartışmaya açan biri olarak zaten hiç sevilmedim! Üç dönemlik Eğitim Sekreterliği yaptığım ilçemdeki parti teşkilatımda… Bu içi boş ve anlamsızca değer sahiplerince…
Ama bu şartlarda da olsa siyasi bir partinin ilçe teşkilatında çalışırken çok şey öğrendim. Klasik memur yaklaşımımla olaylarda, sorun çıkarmadan, daha kibar bir yaklaşımım vardı hep! Orada mütevazı davranmana, karşıdan her zaman aynı nazik yanıtı alamıyorsun! Bir zaman sonra sen de “dişini gösterme“ biçiminde tavrını değiştirip, daha hazır cevap, daha inatçı, bir kişiliğe bürünüyorsun, sanki! İçinde bulunduğun ortam, karşılıklı diyaloglar, seni buna mecbur kılıyor, bir zaman sonra!
Zaman deyince, belirtme gereği duydum. Bende bir dönem diye girdiğim yönetimde. Üç dönem Eğitim Sekreterliği yaptım. Sanki içine bir virüs giriyor! Sen o virüsün, etkisinden kurtulamıyorsun. Sürekli kendini bir mücadele içinde buluyorsun. Üzülüp, midene kramplar giriyor ama o dar alanda paslaşmaktan, kendini kurtaramıyorsun! Aktif siyasetin bence tanımı bu! Her cümlem de bana bir anımı anımsatıyor. Ben bu bölümden çıkamayıp, bunca emeğimi yazık edeceğim galiba! Çünkü şu anda yazmak için önümde kızlarımdan kalma harita metotlara tutulmuş kısa notlar yok. Bense durmadan; ekleme yapmak zorunda hissediyorum, kendimi! Mide krampı deyince anımsadım. Siyasette henüz belli bir olgunluk döneminde değilken, yaşadığımız bir olayın etkisinden, kendimi kurtaramayıp, sığ sularda boğulma tehlikesi yaşayan, yüzme bilmeyen biri gibi ben, tutturdum! Bunu Genel Başkanımla, paylaşmalıyım diye... O günlerde Genel Başkanımın ev telefonu vardı bende. Bir Genel Başkana, bu kadar kolay ulaşılacağını hayal bile edemezdim, Devlet memuruyken…
Beş altı kez kendisiyle ev telefonundan, konuştum. İl Yönetimiyle çok karışık bir durum yaşıyoruz. Haksızlık yapılıyor bize diye düşünüyoruz. Bir taraftan mücadelemizi verirken, Genel Başkanımı arayacağım, deyince. Evde tartışma konusu oldu. Eşim ısrarla karşı çıktı. Bir faks emriyle görevden alınmamızı, hazmedemiyorum!
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın!
www.kadriyecosar.blogspot.com
24.02.2010
Televizyondan rahatsız olan eşim, mutfağa gidince, baktım elindeki kitaba fena dalmış! Bunu fırsat bilip, telefona sarıldım, başladım anlatmaya… Çok sabırlı, anlayışlı biri olduğu düşüncesine kapıldım, konuşmam bitince! Aynen şöyle demiştim:
- Efendim iyi akşamlar. Şu anda midem delinecek gibi ağrıyor! Beş gündür yaşadığımız sorunları sizinle paylaşmak istiyorum ama sizi böyle konularda rahatsız etmeye hakkımız olmamalı diye düşündüğümden; bu isteğimi engelliyordum.
Fakat baktım ki mideme söz geçiremiyorum! Doktorlar böylesi durumlarda, stresi yasaklıyorlar ama bunu bilmek yetmiyor bazen! Bunu sizinle paylaşmak istedim, deyince ben:
- Buyurun anlatın, sizi dinliyorum, dediler. Sabırla dinlediler, beni…
İl Yönetimince, haksız yere, bir faks emriyle görevden alındığımızı, anlatıp rahatlamaya çalıştım.
- Söylediklerinizi çok iyi anladım, Hanımefendi! İl yönetimine karşı, demokratik mücadelenizi verebilmek için gene İle gitmeniz gerekecek! Hak yerini bulur, hiç endişeniz olmasın. Mücadeleye devam etmelisiniz! Dediler… Benim beklediğim cevap bu değildi ki beni sabırla dinlemesini fırsat, bilip:
- Şu anda benim gibi emekli olup da beş çaylarında, altın günlerinde zaman harcayan o kadar çok meslektaşım var ki! Onları ısrarla partiye davet ediyorum, gelmiyorlar! Partimden hiç bir beklentim olmadığını, olmayan zamanımdan, fırsat yaratıp, katkı koymaya çalıştığımı, karşılığının kesinlikle bu olmaması gerektiğini düşünmeye başladığımı söylerken, heyecanla ses tonumu ayarlayamadım mı nedir? Bilemiyorum, o anda Türk Kolejinde okuyan kızım yaz tatili için evdeydi. Karşıma geçip:
- Anne nooluur, sakin ol! Yapma lütfen! Demeye başlamıştı.
Elimle git başımdan anlamına gelecek bir şeyler yaptım. O da:
- Vallahi bak gidip babama söylerim! Demeye başlamıştı.
Ben çok sakin tane tane konuşan Genel Başkanımı dinliyor ve anlayabiliyordum. Çünkü kızım hemen karşıma geçmiş, bana hala “lütfen anne “ demeye devam ediyordu! Genel Başkanım:
- Hocam biz bu ayın yedisinde İzmir'de olacağız, dedi.
- Biliyorum, kesin katılacağım o toplantıya. Katılmam için yönetim sorumluluğumun olması şart değil ki dedim.
- Ben de size, o toplantıya gelin. Bana ulaşın, birebir sizinle tanışmak istiyorum! Diyecektim dediler…
- Evet o toplantıya katılacağım ama kurmaylarınız sizin çevrenizde kuş uçurtmazlar orada, ben nasıl sizin yanınıza gelebilirim ki?
Ama bunu sizden duymuş olmamın, beni çok sevindirdiğini, memnun ettiğini itiraf edeyim. Mümkün değil size ulaşamam! Dedim.
- Çok kararlı davranırsanız, her türlü engeli aşarsınız siz! Dediler.
O toplantıya gittim. Kendilerinin dediği gibi kararlı davranmanın sonucu, bakalım nasıl olacak? Diye denemedim! İçimizdeki virüsün etkisi olsa gerek, mahkeme kararıyla göreve geri iade hakkımızı almıştık, ilerleyen aylarda! Şimdi tüm o demokratik mücadele esnasında verilen emeklerimizi anımsayınca harcadığımız zamana acıyorum! Bu anımı sizinle paylaşırken, Genel Başkanımıza telefon etmemi, olaylara yaklaşımımı, şimdiki aklımla, doğru bulmadığımı, çocukça bir yaklaşım olarak gördüğümü de itiraf etmeliyim; Sayın NESİN! Bence asıl önemli olan itirafım şu olur:
“ O zamanlarda zaman sıkıntısı çeken, bir işi ve çocuklarıma karşı onların, yaşamlarını kolaylaştırma, yönlendirme gibi ağır ve zaman alan sorumluluklarım vardı. Şimdi emekliyim, çocuklarım okullarını bitirip, hayat merdivenlerinde, adımlarını bizim desteğimiz olmadan, atabilmeye başladılar! Verdiğim örneklerde yaşanmış olan yanlışlıklar, her birimizi o kadar çok yordu ki! Şimdilerde yıldızlı tabaklar içine davetiye alsam! Gidip aynı kısır döngünün, çekişmenin içinde bulunabileceğimi hiç sanmıyorum!“
Oysa o zamanlarda, gerekirse hukuk yolunu kullanıp, bizim yerimiz burası, diyebilmek için ne çok emek ve zaman harcıyorduk!
Yasalar değişmedikçe, emekler hak ettiği yere ulaşamadan; siyasete beklentilerini ve bireysel menfaatlerini katmayanlar! Olması gereken yerlerden uzaklaşıp, siyaseti hizmet amacıyla yapmak üzere yola çıkmamış, katkılarının altında birden çok beklentileri olanlara bırakacaklar; benim gibi saflar da kullanım tarihi geçtikten sonra saf dışı edildiklerinde ayırtına varacaklar dönen dolapların; yaşanan kısır döngü bunu gösteriyor, daha ne kadar böyle devam eder bilemiyorum…
25.04.2010
Böl, parçala, yönet felsefesine…
En verimli çağımızda nasıl da yem olmuşuz? Diye düşünüyorum…
Üzülüyorum…
Kendimi öylesine kaptırmıştım ki, parasızlıktan teşkilatın telefonun kesilmesini hazmedemiyor, kendiliğimden ödüyordum…
Evimi yemeksiz bırakarak, gece yarılarına kadar çalışmayı, boynumun borcu sayıyordum…
İlden misafirler gelecek diye, bir keresinde, tek başıma, bir günümü ayırıp, teşkilat binamızı silip, süpürüp, yıkamış, camlarını bile silmiştim…
Yolum Ankara'ya düştüğünde, buradaki durumu, yaklaşımı görme merakımı yenemedim! Aynı şevk ve heyecanla Genel Merkezime gidişimi anımsadım…
Ve de giriş turnikelerinde, içeriye girebilmek için döktüğüm dilleri anımsayınca şu an…
İçim acıdı inanın, Sayın Nesin…
Saat 05.29
Gözlerim acıyor ama hiç uykum yok…
Kısa aralar vererek saat 14.00 den beri yazmaya çalışıyorum…
İlçe teşkilatımıza geleni, gelmeyeni nasıl kucaklayabiliriz acaba diye çırpınıp, durduk…
Alınan yol hakkında bir iddiam olamaz…
Ama kesin niyetimiz buydu…
Kendi adıma söylemiş olayım…
Yakın geçmişteki çalışmalarımızın özü bunlardı…
Az çok tecrübe sahibiydim…
Genel Merkezimize giderken…
Yanıma, kızımı almak istemezken…
Arkadaşı da bizimle geldi…
Olası bir olumsuzluğu paylaşmak istemediğimdendi; onlarla gitmek istemeyişimin nedeni…
Girişteki güvenliği aşıp, binadan girdik içeriye…
Turnikeler çıktı karşımıza…
Çok kibar bir görevli bayan:
- Kiminle görüşecektiniz efendim? Dedi…
Bir gün önce bir telefon görüşmem olmuştu ama…
O an işe yaramadığını gördüm…
Genel Sekreterimizin, Sekreterinin adını verdim…
- Tamam efendim! Bir saniye bekleyin lütfen! Haber vereyim dendi…
Konuşma sonunda bana:
- Randevunuz yokmuş, kendisi öyle söyledi, denince…
Bize çıkış kapısı mı gösterilmiş olunuyordu? Bu durumda…
Ben öyle anladım, bekledim…
- Kusura bakmayın, ben bir şey yapamam ki yanıtından sonra…
Telefonu aldım, kendim konuştum:
- İyi günler Hanımefendi. Ben dün telefonda 14.00 gibiydi saat, sizi aradığımda, bu gün geleceğimi söylemiştim. Gerçi bir erkek arkadaşınız açmıştı telefonu. Tamam, notunuzu aldım demişti, bana.
- Bir saniye lütfen, notlarıma bakayım…
- Buyurun bakın, bekliyorum…
- Tamam, burada adınız var da konu neydi? Ben bir daha alayım…
Beni dinledi de…
- Benden ne istiyorsunuz, tam olarak anlayamadım, denilince…
- Otuz yıllık partiliyim Hanımefendi. İzmir'de oturuyorum, yolum Ankara'ya düştü. Bir süre daha burada olacağım. Gitmeden Genel Merkezimi görüp, sizin çayınızı içmek istiyorum! Dedim…
- Arkadaşımı alabilir miyim? Dedi…
- Tabii, veriyorum! Dedim…
Bekledim, yaşadıklarım hiç hoşuma gitmedi…
Telefonu kapatan görevli bana:
- Buyurun sizi bekliyorlar deyip, elime bir ziyaretçi kartı uzattı…
Çok sinirli çıktım ama tam aksine, çok sakin konuştum! Ben hala kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımından kendimi arındıramayıp! İsteğim dışında da olsa benimle gelen iki gencin yanında; yaşadıklarımda olumsuzlukları saklama gayreti içindeydim! Bunlardan biri kızım bile olsa…
Partim hakkında bir karar vereceklerse, bunun benim yaşanmışlıklarımın üzerinden yapılmasına fırsat vermeme gayreti içindeydim…
Sekreterimiz beni dinledi…
- Bu gün olmaz. Hafta sonunda da olmaz, Pazartesi günü size geri dönerim, dedi…
O gün Cuma'ydı…
Bekledim Pazartesi günü geri dönülecek diye…
Lavaboya giderken bile…
Çalar da duymazsam diye…
26.02.2010
Hiç yanımdan ayıramadım cep telefonumu…
Her çaldığında heyecanlandım…
Ama her seferinde bir başkası çıktı karşıma…
Asıl beklediğim telefon, o gün gelmedi…
Saat 06.07 şimdi, hala bırakamıyorum…
Dayanabildiğim kadar dayanıp, yazacağım…
Sabırla tam sekiz Pazartesi bekledim ben o telefonu…
Sekizinci Pazartesi'nin ardından gelen Salı'da sabrım tükendi…
Ben aradım. Gene telefona başkası çıktı…
- Sonra arayayım ben o zaman deyince…
- Arkadaş izine ayrıldı, notunuz varsa alayım yanıtına…
- Arkadaşınıza iletme sözü verebileceksen, yazdırayım notumu dedim…
- Hiç şüpheniz olmasın, tabii ki efendim! Dendi…
Yazın o zaman:
- Ola ki benden sonra bir meslektaşım; otuz yıllık bir partili olduğunu söyleyip de arkadaşınızın çayını içip, bir randevu talebinde bulunursa! Bana yapıldığı gibi:
- Bugün olmaz, hafta sonunda hiç olmaz. Sizi Pazartesi günü arayabilirim, deyip de olası meslektaşımı. Lütfen, tam sekiz Pazartesi bekletmesin arkadaşınız! Deyince ben, not alma sözü veren bayan:
- Pardon! Konu neydi? Dedi…
- Anlattım ya! Siz bu notu arkadaşınıza iletin, başka bir şey daha eklemek istiyorum. Biii saniye lütfen, bir de:
- Varlık sebebinizin; biz olduğumuzu da unutmayın! Dedim…
Teşekkür edip, iletilmesini rica ettim. Not alan bayan:
- Ay ben hala konuyu anlayamadım ki! Daha açık konuşun lütfen! Dedi.
- Söylediklerimi aynen yazdıysanız, hiçbir sorun yok! İyi günler, dedim kapattım telefonu…
Telefonu kapatmak kadar, kolay olmuyor maalesef, yaşananların yarattığı olumsuzlukları unutmak…
Hafızamı zorluyorum şimdi…
İlk turnike atlama sınavım, Ağustosun ilk on gününe denk geliyordu... Sekiz haftadan sonra arayıp, notumu yazdırdım…
Kasımın ikisinde dayanamayıp, Başkanlık Divanında çalışanlardan birini telefonla ardım. Kendimi tanıtıp, sadece iki dakikalık bir öz eleştiri yapmak istediğimi söyledim. Tabii ki sekreteriyle konuştum…
- Efendim telefonunuzu alayım, Başkanımız Ankara dışındalar, biz size sonra döneriz denildi…
- Lütfen bana haber verin, ben geri dönerek sizi arayabilirim, dedim.
- Hayır, hayır olur mu? Biz sizi ararız efendim! Denildi…
Kaç Pazartesi beklediğimin hesabını yapamadım şimdi ama…
Geri dönülmeyişini öyle ciddiye aldım ki…
Genel Başkanın Sekreterini aradım…
Taaa başından alıp, sizinle paylaştıklarımı, anlattım…
Anlatmakla kalmayıp, yanılıyorsam beni düzeltin lütfen! Deyip:
- Hanımefendi! Bu nasıl bir yaklaşımdır? Anlayabilmiş değilim…
Anlayamamanın ötesinde, unutamadığım için bir de sizi arama gereği duydum…
Benim siyaset anlayışıma göre; büyümenin yolu! Geleni kucaklama, geleni kucaklamadan geçiyor…
Kucaklayamadıklarımızı da! Kucakladıklarımıza, bir misyon yükleyip.
Şimdi de siz gelenleri kucaklayacaksınız! Dememiz gerekmiyor mu? Yoksa sen ben bizim oğlan! Çemberinden nasıl çıkılır ki? Dedim…
- Notunuzu aldım, Genel Başkanıma ileteceğim! Halkla İlişkiler birimimiz de var aslında! Siz neden oraya başvurmadınız ki? Dediler bir de…
- Öyle miii? Bilmiyordum, dedim…
Bu notlar alınıyor mu?
Başkanlara iletiliyor mu?
Ben anlayamadım!
Kızım işe gitmek için biraz sonra kalkabilir, ışığı kapatıp, camı açarak, burayı havalandırmak zorundayım…
Anlamadığım konularda ille de yazacağım diye kendimle inatlaştım, sanırım…
Sizin de başınızı ağrıttım!
Sigara dumanından, boğulur insan burada…
Hiç farkına varamayıp bu gün içinde açtığım ikinci paketimde sayınca korktum inanın…
27.02.2010
Sadece yedi tane kalmış…
Saat de 07. 07 olmuş…
Bilgisayarımı kesin kapatıyorum…
Sağ gözüm şu anda çok acıyor…
Şu üç günlük dünyada…
Bol bol gezmeyi…
Gevezelik etmeyi…
Bir de, amaann bana ne?
Demeyi, öğrenemedim...
Ama bu yaştan sonra, yeni yeni öğrenmeye çalıştığım bilgisayarım başından kalkamıyorum…
Bu mektup olmaktan çıktı ama bilemiyorum! Göndersem mi acaba? Şimdi ilçemden çok uzaktayım. Dün gittiğim bankada, yaşadığım bir anımı paylaşayım sizinle. İlçe yönetiminde üç dönem sorumluluk almamın bende yarattığı tavır değişikliğini açıklayan bir örnek olacak bu. Emekli maaşımı alacağım, memur hesap cüzdanıma baktı:
- Şubeniz İzmir'de, maaşınızın hepsini alacaksanız, şubenize sormam lazım, dedi.
- Buyrun sorun, beklerim dedim.
Gerekli bilgileri bana sordu, bir evrak doldurdu, yukarı kata çıktı, faks çekti. Bekliyorum, biraz da telaşlanarak. Bilgi almak için kalktığımda:
- Buyurun oturun siz, ben sizi çağıracağım, diyordu.
Bankaya gelenler işlemlerini bitirip, gidiyor. Ben çağrılmıyorum. Otururken kendi kendime:
“Önüne konan evrakı imzaladın, ödeme yapılmış gibi bilgisayardan işlem yapılarak, hesap cüzdanına işlenmiş, kimliğinle birlikte, banka cüzdanın eline teslim edilmiş. Sana da bekle deniliyor! Biraz daha bekledikten sonra, vezneye gittiğinde; olmaz ya! Sana:
- Ne diyorsun Hanımefendi? Maaşınızı ödedim, defterinize de işledim! Denilse ne yapacaksın? Nasıl haklılığını kanıtlayacaksın ki? Sen burada çağrılman için bekliyorsun?“
Sorusunu yöneltince kendime, hemen harekete geçtim! Anlam veremediğim bir şekilde beni bekleten memurdan şubemin telefonunu rica ettim. İlçemdeki memuru arayıp, gönderilen faksla ilgilenip, cevabını biraz çabuk vermelerinden, çok memnun olacağımı, zaman açısından şu anda buna ihtiyaç duyduğumu, söyledim. Tekrar ilgili memurun veznesinin önüne gidip:
- Arkadaşlar faksınıza hemen cevap yazacaklarını söylediler. Çektiğiniz faksın cevabına baksanız sevinirim. Sanırım gelmiştir, dedim.
- Sizi tanıyorlar mı? Dedi…
- Küçük bir ilçe, herkes birbirini tanır zaten, dedim.
- Yok canım, o kadar da küçük değil sanırım, dedi.
- Elli bin nüfusluk bir yer işte, dedim.
- Tabii! Bilirim ben, küçük değildir orası, dedi.
Konuşmayı anlamsızca uzatmak istemiyorum. Ver kardeşim maaşımı deyip, saygısızlık yapmayı da düşünmüyorum. Memur kararlı. Demek ki siz tanınan birisisiniz, hemen işinizi hallettiğinize göre. Yoksa büyüktür orası, dedi. Düşüncemi değiştirip:
- Siz ille de burada büyük bir şey arıyorsanız. Büyük olan, benim belki de Memur Bey, deyiverdim! Hiç de tarzım olmayan bir şekilde…
Tabiî ki bir şey anlaması imkânsız, ne saçmalıyor bu dercesine baktı. Ben de, işin özü şu diye daldım lafa:
- Bana göre orası küçük bir ilçe ama iki yıldır Ankara'dayım. Olası her işimi bir telefonla, hemen halledebilme rahatlığım var. Şimdi olduğu gibi! Ne zaman telefon edip, bir ricam olduysa, beklediğim yardımı, hemen anında alabildim! 1999 da ben belediye başkan adayıydım, kısa sürede ilçenin altını üstüne getirmek zorundasın. Ben de öyle yaptım ama oylarını alamadım. Şimdi ne zaman, kime bir ricam olsa “hemen hocam“ deniliyorsa!
Demek ki bu insanlar, o dönemde bana oy vermemekle hatalarını, şimdi anladılar ve telafi etmeye çalışıyorlar! Bence olayın özü bu!
Deyince, memurun tavrı değişti. Bana da çok anlamsız gelen faksın, şubemden gelecek olan cevabına bile bakmadan, maaşımı ödedi. Biz birbirimize güven duygumuzu yitirdik, Sayın Nesin! Her an, herkese karşı çok uyanık ve dikkatli olmak zorunda hissediyoruz artık kendimizi. Gençlerin durumu daha vahim! Ben ne zaman kızımın yanında birisiyle konuşsam, kızım tepki gösteriyor:
- Hiç tanımadığın birileriyle, yersiz ve anlamsız paylaşımının cezasını, hak etmediğin bir şekilde gördüğün anda, sana; ben seni çok uyarmıştım ama dinlemedin! Diyeceğim diyor… Bazen aktif siyaset yapmanın yararlarını da görüyorum! Aslında, yaraları daha çok da…
Ona rağmen, kadınlara her türlü zorluğu göze alarak; bir dönem bile olsa, bulundukları yerlerde mutlaka; siyasi partilerin yönetimlerde sorumluluk alıp, aktif olarak çalışmalarını, gönül rahatlığıyla önerebilirim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder