22.02.2010

En Büyük Yoksunluğumuz!

12.02.2010
Merhaba; bugün erken kalkacaktım, bunun için saatimi de akşamdan kurdum ama gene hiçbir işe yaramadı. Çalan saati kapatıp, sıcacık yatakta birkaç dakikacık daha kalma isteğimden sonra, bunun altı saate denk geleceğini hesaplayamazdım.
Bu durumda bu gün yapılması gerekiyor dediklerimden sadece birini önceliğim yapıp; ona zaman ayırabildim. Ve bu kararımın sonucu olarak, kahvaltı sonrası kendimi, bankada buldum. Kalabalık bir müşteri grubunun olmayışı hoşuma gitti ama bu kısa bekleme süresinde yaşadığım bir olayı paylaşmaya değer buldum. Aynı günün akşamı kısa notlarımı aldım da bilgisayarım olmadığı için paylaşımım gecikti. Bu gecemi severek buna ayırdım, umarım siz de zaman ayırdığınıza değer bulursunuz.
Bu kısacık bekleme süremde hemen arkamda oturan, bağlama şeklinin özel bir ifadesi olmayan diye kabul edilen bir başörtülü bir ananın telefonu çaldı. Yüreği sevgi dolu bir ananın, çocuğuyla telefon konuşmasına şahit oldum. O kadar hoşuma gitti ki! Dayanamadım, konuşması bitince kafamı 90 derece soldan arkaya doğru çevirip:
- Tebrik ederim. En az 30 yaşında bir evlatla konuştun gibi geldi bana ama nasıl da sevgi dolu, karşı tarafa ne güzel bir yaşam kaynağı sunan bir ana örneği sergilediniz ki! Duygulandım ve paylaşmadan edemedim, sonuçta kulağımı kapınıza dayamadım. Siz benim kulağımın dibinde konuştunuz, ben de şahit oldum ve seçtiğiniz cümleleri çok beğendim, dedim…
Bu kadarcık bir geri dönüşüme öyle sevindi, öyle sevindi ki! Defalarca bana teşekkür etme gereği duyuyordu ki sıram geldi, kendisine:
- Hoşça kalın iyi günler!
Deyip kendimi veznenin önünde buldum, kısa bir süre sonra o da iki ötemdeki vezneye geldi işlemleri için tekrar selamlaştık. Onun işi daha çabuk bitti ve gitti sandım. Ben de işim bitince kapıya doğru yönelmiştim ki. Meğer o beni bekliyormuş ve bana:
- Hanfendi… Hanfendi! Bakar mısın?
Diye seslendi. Gülerek yanına gittim, hemen söze girdi:
- Beni çok mutlu ettiniz, duygulandırdınız, çok sevindirdiniz. Adınızı öğrenmek, sizinle tanışmak ve de bir kahve, çay ikram edip, daha uzun konuşmak ve dertleşmek isterim. Siz de uygun görürseniz; bundan çoook memnun olacağım dedi…
- Sağ olun da! Ben de çok memnun olurum aslında ama ben artık Tire’den temelli gitmenin yollarını arıyordum ve yakın zamanda da bunu gerçekleştireceğim gelişmeleri yaşıyorum şu anda. Bir iki görüşmenin ötesine gidecek zamanım yok sanırım dedim…
- Ayy çok üzüldüm! Olsun kısmet değilmiş, adınız ne sizin dedi?
- Kadriye Coşar, dedim…
- Eeee bu isim bana hiç yabancı gelmedi de! Nerden tanıyorum da çıkaramıyorum ben sizi acaba? Dedi…
- Burası küçük bir ilçe, sonuçta ben de otuz yıldan beri bu ilçede yaşadım. Emekli öğretmenim, dedim…
- Öğretmen gibi değil de nerden, nasıl tanımışım ki ben sizi, isminiz hiç yabancı gelmiyor bana?
Deyip düşünmeye devam edince, ona:
- Ben on yıl önce o kadar çook kapılar çaldım ki! Oy isteme adına, siz kadınlardan ama olmadı dedim…
Hemen anımsadı ve bana da anımsatma çabasını sürdürdü bu kez de:
- Evettt yaaa! Komşularla bizim bahçede katmer yapıyorduk bizzz. Sen geldiydin de:
‘’ Oyunuzu istemek için geldim arkadaşlar! Bu kez bir kadın dayanışması adına, babanıza ve kocanıza sormadan veya yapılan baskıya da hiiiç karşı koymadan, sandık başında yapayalnız olacaksınız nasılsa, bu kez sizin oylarınıza talibim!’’ demiştin…
- Doğru anımsadın, demek ki o günlerden kalma bir izmiş bu! Ama benim istediğim gibi olmadı tabii! Ve siz gene kocalarınızın dediği yere attınız oylarınızı. On yıldır bak ilçeden ikinci bir kadın aday çıktı mı? Önümüzdeki on yıl içinde de çıkacağını sanmıyorum, dedim gülerek…
- Tamam tamam! Şimdi oldu bak! Hatırladın mı sen de? Hani katmer yapıyorduk bahçede, çay bilen yaptık yaa sana, dedi…
- İkramlarınız için tekrar sağ olun da! Hatırlamam mümkün değil, her gün çaldığım zil ve konuştuğum kadın sayısı o kadar çoktu ki! Bir de on sene geçince üzerinden; sen de unutmuşsun bak; adımı anımsayabildin sadece, dedim…
- Değişmişsin, o zaman genç kız gibiydin, dedi…
- Yook canım; ben o zamanda emekliydim, dedim…
- On yıl az zaman değil, çok değişmişsin, dedi…
- Yıllar acımasızmış. O günden bu yana sen de on yılı geride bıraktın, değil mi? Değişmeyen tek şey değişimin kedisiymiş, dedim…
- Hocam 30 yıldır yaptığım bir işten dolayı kimse bana çok güzel oldu, demedi!
Bir telefon konuşmamın sonunda öyle geriye dönüp de:
‘’Helal olsun sana! Sevgisini, desteğini, en 30 yaşındaki bir evlada, böylesine güzel bir şekilde telefonla bile yollayabilen güçlü bir kadınsın!’’ dedin ya…
Ben işim bitince gidemedim bu yüzden. Neden insanlar takdir duygusundan bu kadar yoksun? Dedi…
- Bu konudaki yoksunluk kocalarımıza ve babalarımıza has bir durum! Bekleyip de bunları benimle paylaşmana, memnun oldum ama inan ikimizi de bekleyen mesailerimiz vardır şimdi, önümüz akşam ve geç kalmadan yetişmemiz gerekir, dedim gülerek…
O ısrarla bu arada birkaç kez:

- Sen Tireli misin? Nerede oturuyorsun? Diyordu…
- Tireli miyim? 30 yıldır Tire’de oturuyorum, Göçmen kızıyım ama Diyarbakırlıyım. Nereli olduğumun yanıtını ben de bilmiyorum ki! Dedim…
- 30 yıl az zaman mı? Sen artık Tireli olmuşsun ama gitmene çalışıyor olmana üzüldüm, dedi…
- Buradaki evimi satmaya niyetim yok. Bir ayağım burada olacak, gene görüşürüz biz, dedim…
- Görüşelim be hoca hanım! Sizden öğreneceğim, size anlatacağım çok şey var inanın, dedi…
- Doğru bildiğin yolda deva et bence! Hatta koş… Takdir bekleme, onu alabilene henüz ben de rastlamadım. Eğer biz kadınlar bu vericiliğimizi sekteye uğratırsak; o zaman ağlayan anaların yanına, o kadar çok ağlayan bir çift göz daha eklenir ki! İşte o zaman toparlanmamız zora girebilir. Kendi kendini takdir et bak! O bile çok işe yarıyor, dedim…
- Aayyy böyle güzel, anlayışlı, hoş görülü, tatlı dilli bir arkadaşımın olmasını inan ki çok isterdim. Keşke seni belediye başkanı seçtirebilecek kadar, kadın duyarlılığı gösterebilseymişiz! Ama sen de çok geç çıktın ortaya. Bir de çok yalnızdın, çevrende partili arkadaşların bile yoktu ki! Bir de hiç kadın başkanımız olmadı ya! On yıl sonra, oy vermediğim için pişmanlık duyacağım, hiiiçç aklıma gelmezdi! Komşulara, arkadaşlara da anlatacağım bu sohbetimizi. Kız biir daha denesene hocam! Ama bu kez son anda çıkma ortaya. Ben de senin yanında olur, destek olurum, dedi…
Nasıl içtenlikliydi söylediklerinde, hoşuma gitmedi desem, yalan olur…
- Sağolun! O sayfayı kapatalı o kadar çoookkk zaman geçti ki! Sanmıyorum, bayrağı başkalarına devrettim. Güzel, yorucu ve anlamlı bir süreçti o günler benim için de…
Bu içtenliğime biraz daha sıcaklık katarak, yanaklarından öperek:
- Hoşça kalın! Görüşürüz, dedim…
Bu kez bana:
- Senin için dua edeceğim, Allah her şeyini gönlüne göre versin, diyeceğim hocam, görüşelim dedi…
Ben de çok duygulanmış olacağım ki aynı günün akşamında kısa notlar almıştım. Bu gece de sitemde paylaşmanın gereğine severek zaman ayırmış oldum…
Sahi kaçımız, parayla satın alınmayan şu takdir duygusuna, hakkını verenlerdeniz?
Bu örnekteki anayı, bu kadar sevindiren bir çift övgü sözünü neden, birbirimizden esirgeriz biz?
Karşımızdakinin şımarmasından mı korkarız?
Nedir bunun sebebi sizce?
Kendi kendine yeten sekiz ülkeden biriyken biz; şimdilerde ithal mallara göbekten bağlı konuma geldik.
Elimizde var olan ve çok zor şartlarda kurulan kurumlarımızın, yüzde kaçı bizim artık?
Sattık, savdık! Özelleştirme adına…
İnsancıllığımıza ne oldu bizim?
Neden bu kadar bencilleştik acaba?
Onu da satılığa çıkarmadık da…
Nelere özenerek, bir yerlere gömdük onu da biz?
Türk kaşığıyla; neleri mideye indirirken? Kirlettik onu da…
Kirlenmeyle kalsa; belki arındıracak suları bulurduk da!
Nelerle değiş tokuş ettik biz onu?

Neleri kaybettiğimizin farkına varamadan; neleri kazancımız saydık, biz?
Bu millet, analara, kadınlara çoookkk şey borçlu, çok!
Cennetin tamamını vaat ederek; onları oyalamaktan vazgeçip!
Dünya gözüyle, hak ettiklerini fazlasıyla iadei itibarda bulunmamızın kazancı; en çok da bunu verenin işine yarayacaktır, bence…
Kazançlarımızla, kaybettiklerimizi yarıştırsak!
Hangisi bir adım önde olur sizce?

Sizce; bu eli öpülesi kadınların hakkı, kolay kolay ödenir mi?
Saygılarımla, hoşça kalın:)

Hiç yorum yok: