20.11.2009

SİZCE BU, BABA OĞUL NE YAPIYOR ACABA?





Bu fotoğraf karesi İstanbul’dan. Baba, üçüncü kattaki bir evin penceresindeydi. Sanki koltuğunda oturuyormuşçasına, çok rahat bir şekilde, elinde matkabıyla görev sırasının kendisine gelmesini bekliyordu. Oğul ise ikinci kattaki, 2cm’lik bir ene sahip olan, pencere demirlerine basarak, üçüncü kattaki evlerinin penceresinde, onu bekleyen babasına yardım etmek için dimdik ayaktaydı. Elindeki çekiciyle! İnsanın dengesini bile sağlayabilmesinin bir hayli zor olacak bu noktada, gayet rahattı ve yan taraftaki düz duvara, çok net görebildiğiniz kalas parçasını, baba oğul işbirliğiyle, monte etmeye çalışıyorlardı. Neden acaba?
Bu manzara karşısında duyarsız kalamayıp, ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalıştım önce. İzinsiz fotoğraflarını çekmeyi düşündüm. Sonra da:
- Kolay gelsin! Fotoğrafınızı çekebilir miyim? Dedim...
- Çek! Çek! Hangi kanaldansınız?
Dediler, alayımsı bir ses tonuyla! Haksız da sayılmazlardı ya...
... ... ...
Televizyon kanalları da olmasa, birçoğumuz her şeyi güllük, gülistanlık sanacağız neredeyse! Reyting arayışı mıdır? Haber sıkıntısı mı çekerler acaba? Yoksa asıl sorumlulukları bu mudur? Yıllardır döne gelen çarkın dişlilerinin sürtünmeden, yağ gibi akıp gitmesini sağlamak için midir tüm çabaları? Oysa önümüze hizmet anlayışları sonucunda sunduklarının, benzerlerinden memleketimde o kadar çok ki! Yokluk, yoksunluk içeren insan manzaralarından, ulaşabildiklerini getirirler de ekranlara, görüntülere model olan yoksunlara, birilerinin el uzatmasına sebep olduklarında, sevinirmiş gibi yaparlara ya! Ana Haber Bülteni adı altındaki programlarında, sevgili enkırlarımız...
Ayşelere, Eliflere, Fatmalara, Berivanlara... En doğal eğitim haklarının sağlanması için yüreklerimizi kanatan görüntülerin ardından, okul yaptırma sözleri alınır ya ekranlarda! Üç, beş parça eşyasıyla, çocuklarıyla sokakta kalarak, çaresizlikler içinde kıvranarak; parkın bir köşesine bir iki kalas yardımıyla yapılan naylondan çadırlarda sürdürülen yaşam mücadelesine, öpülesi eller uzatılır da kameralar karşısında; ardından da bir ev donatılır, sunulur ya kendilerine! Ya sonra...
İşte asıl nokta bundan sonra başlar! Akabinde hiç birimizin ya sonra? Diyememesi için sıvanır kollar, ıvır zıvır eğlencelikler, boş zevzekliklerle, yola devam komutu başlar! Düşünmeye alışmamış beyinlerimizle ‘’Ya sonra?’’ diyemememiz içindir bize dayatılanlar! Yedi yirmi dört saat zamanında, yıkanır beyinlerimiz...
Vücudunun belden aşağısını kullan, yeter! Yukarısını kullanmaya kalkanların sayısının artması; birileri için tehlike çanları demektir çünkü! Her şeye rağmen ben vücudumu bir bütün olarak algılayıp, boynumdan yukarısını da kullanmak istiyorum diyenlerin de bu durumu engellemeye gücü yetmez maalesef! Ne acıdır ki! Bunlar, toplum içinde de pek sevilmezler zaten...
Asıl çözümün aça balık tutmayı öğretmek olduğunu onlar da çok iyi bilirler aslında ama! Aça balık verildiği andaki, açın karnının doyurulduğunu bizlere göstermeleri esnasındaki, yaşatılan duygu ve düşüncelerle, oyalamaya çalışırlar ya bizi yıllardır...
Baba oğulun sorusu havada mı kaldı? Dediğinizi duyar gibi oluyorum. Yanıtladım:
- Kanal bağlantım yok ama kayda değer bulduğumdan sadece, dedim...
Pencere ile duvar arasında, 3metrelik bir mesafe vardı. Veya bana öyle geldi diyelim. Sizce bu riski göze alıp, bu baba oğul, o düz duvara, bu kalası neden çekmeye çalışıyorlardır acaba? Yanıtı, alttaki fotoğraf karesinde tarafınıza sunulur! Yan komşuları, balkonsuz evlerinde çamaşırlarını açık havada, güneş altında kurutabilmenin yolunu, pencerelerinin yanına taktıkları karşılıklı iki L boruyu duvara monte ederek, çözüme kavuşmuşlar. Komşuluk dayanışması diyelim, biz de buna! Bu baba oğul da kendilerinden yana olan L borunun paraleline çaktıkları kalasla; aynı çözüm yolunu, evin kadınlarına sunmaya çalışıyorlardı, besbelli ki! Avizeleri güzeldi ama...


Saygılarımla! Hoşça Kalın...

Hiç yorum yok: