24.07.2010

Aziz Nesin’e Mektuplar….


Sayın NESİN;
Muhafazaakar bir ilçede ikamet edip, siyasette kadın desteğini önemsiyordum ve CHP İlçe teşkilatında kadın katılımını sağlama ve giderek artırma amacıyla yapmaya çalıştığımız etkinliklerimiz ilçemizde önceki yıllarda yapılanlardan farklıydı. Sadece anıta çelenk bırakmanın ötesinde bilgilendirme ve katılımı sağlamaya yönelikti. Denk gelip okuyan hemcinslerime bu tür katkılarda Mehmetlerin dediğini yaparsan, kadın katılımının bu sivil toplum örgütlerinde de istenen ve kabul gören bir durumken; üreten ve de düşüncelerinin ardında duran kadına pek de rağbet olmadığını vurgulama adına emekliliğimde yaşanan siyasi anılarımı ilerleyen günlerde sizinle paylaşmaya devam edeceğim Sayın NESİN, saygılarımla...

Üçüncü dönemdeki Eğitim Sekreterliği sorumluluğumda; 2 Temmuz’da Sivas Katliamında, yanarak can veren, aydınlarımızı anma programı hazırlamıştık. Gençlere sorumluluklar vermiştim. Bu katliamda henüz 12 yaşındayken; yanarak can veren, Koray Kaya’nın öz geçmişini sunması için, Sevim Hanımın, 10 yaşındaki kızına sorumluluk vermiştim. Birebir çok çalışarak kendisiyle, çok anlamlı ve vurgulu bir şekilde okumasına çok özen göstermiştim! Güler, on iki yılı kapsayan kısacık bir özgeçmişi okurken; salondaki herkes ayağa kalkarak, kendisini alkışlarken! Gözyaşına boğulmuşlardı!
35 Aydınımızın, özgeçmişlerini gençlerimiz okurken, gene arkada klasik müzik, fon olarak kullanılmıştı. Slâyt gösterisiyle bütünleştirmeye çalıştığımız bu çalışmamız da çok güzel olmuştu. Ben, o zaman işyerimi kapatma kararı aldığım için, komşu ilçenin pazarında tezgâh açarak olabildiğince elimdeki malı bitirmeye de gayret ediyordum. Son iki tekrarlarımızın yapılacağı günler benim komşu ilçe pazarına giderek, tezgâh açacağım güne denk gelmişti. Ertesi gün, pazara gidecektim, sabah 06.00’da kalkmam gerekiyordu! Ama o gece üst üste iki tekrar, yapmak zorunda kalmıştık! Bence çok eksiğimiz vardı. Yüksek Okul Gençleriyle, görev paylaşımı yaptıktan sonra, çok fazla diksiyon çalışması yapma gereği duymamış olmam da, benim hatam olmuştu! Bu etkinliğimizde…
Pazardan döndüğümde gençler beni salonda bekler olacaklardı; öyle anlaşmıştık dün gecedeki çalışmamızın sonunda ayrılırken. Pazar dönüşü hiç eve gitmeden çok geç saatlere kadar tekrarlarımızı yaptık. Sunumlar istediğim noktaya gelmişti de sunumumuz hemen ertesi güne denk geliyordu. Doğru dürüst uyumadan, dinlenmeden, sabahleyin erkenden gidip, salonun hazırlanması için uğraştık. Bu acı yaşanmışlığa tanıklık eden; Hidayet Karakuş ve Emel Karakuş Hanımefendi, davetlilerimiz arasındaki konuklarımızdandı. Kendilerini mikrofona davet ettiğimizde!
Sizinle aynı korkuyu, dehşeti yaşayanlardan, Hidayet ve Emel Karakuş; o gün yaşadıklarını ve duygularını paylaştı bizimle Sayın Nesin, ardından Hidayet Karakuş:
- Bu amaçla düzenlenen çok programlara davet edildik, katıldık. Ancak bugün ilçenizdeki program için emek veren arkadaşlarınızı gönülden kutlamak istiyorum. Günün anlam ve önemini belirten konuşma, bize bu tarihi bir süreci çok iyi anlatıp, o anları tekrar yaşıyormuş hissine, kapılmamızı sağladı. Arkadaşımıza, hepinizin huzurunda; teşekkür etmek istiyorum! demişti…
Hidayet Karakuş’un; konuşma metnimin fotokopisini benden istediğinde, çok duygulanmış ve yorgunluğumu unutmuştum! Programdan sonra, salonda görevli polislerden ikisinin gözyaşlarını gördüm, kendileriyle bakışlarımızla konuşmuştuk sanki o an! Görevli polislerden bir başkası:
- Hocam, elinizdeki metni alabilir miyim? Hemen şimdi, fotokopisini çektirip, size geri vermek şartıyla, demişti…
Anma Programımız bitmişti! Konuklarımız dağılmıştı. Salonda, Başkan Yardımcısı Sevim Hanım, ben ve gençler kalmıştık. Biz salondaki bize ait olan eşya ve panoları toplama! Slâyt gösterisini yapabilmek için Liseden emanet aldığımız, tepegözü teslim etme! Birkaç parça da teşkilata ait demirbaşları alıp taşımak için salondaydık! Programın sorumluluğu tarafımdaydı, bunu biliyordum da! Anlayamadığım şuydu ki bu hep böyle oluyordu! Biz salonu toparlayıp, belediye görevlilerine teslim etmeye çalışırken! Aynı zamanda, erkek partili arkadaşlarımız, ilden gelen konuklarımızı alarak; ilçemizdeki bir dağ restoranına yemeğe gitmişlerdi! Etkinliklerin başında muhalefetlik şerhi koyup; kıyasıya eleştiren erkek yöneticiler. Program çok ses getirecek şekilde sunulduktan sonra; her şeyiyle olaya sahip çıkıp, başarının sarhoşluğu içinde, sağa sola çaka atarlardı! Restoranda içkili bir kutlama yapılacaksa; “bu biz erkeklerin işi olmalı“ dercesine, bir yaklaşım içinde bulurduk onları her zaman!
Üç gün sonra da il yönetimimiz; bizim çalışmalarımızı yetersiz bulduğu gerekçesiyle, yönetimi topluca görevden almıştı! Şaka gibi…
Ben henüz yazmaya başladığım, emeklilik yıllarıma denk gelen bu bölümün hakkından gelip, sonlandırabileceğim konusunda endişeliyim! Yazarken bile etkilenip, içim acıyor Sayın Nesin! İyi niyetin bu kadar suiistimal edilmesini anlayabilmek, hoşgörüyle yaklaşabilmek, üç dönem sonra bana göre değil diyerek kaçtığım ama hiç birimizin duyarsız kalamayacağı; nefesimiz kadar bize yakın olan konular. Sorunlarımıza kesin çözümlerinin üretileceği alanlar…
Salonda görevlendirilen polisleri, konukları, sunumlarını yapan gençlerimizi ağlatan, anma programımızdaki konuşma metnimi; hazırlayabilmek için sabahladığım geceler oldu! Ciddi bir çalışma gerektiren etkinliklere; izleyicilerin önüne kusursuz, eksiksiz bir sunumla çıkabilmek için o yıllarda ben özellikle, işimden döndükten sonra. Evdeki akşam yemeği telaşını atlattıktan sonra başlar ve genellikle de sabahlardım! Bu da öyle olmuştu; içimden geldi şimdi, sizinle de paylaşmak istiyorum! Bu etkinliğimizin ardından “yetersiz çalışma“ gerekçesiyle il yönetimince, ilçe yönetimimiz görevden alınmıştı… Katılımcıları duygulandıran, günün anlam ve önemini anlatmaya çalıştığım, konuşma metnim şöyleydi Sayın Nesin!
O GÜNÜ
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!

2 Temmuz 1993! Anımsandıkça yürekleri yakan, unutulmasıysa olası olmayan, acılarla, çığlıklarla, aymazlıklarla dolu, demokrasi ayıbı olarak tarihe geçen, duman kokan, can yakan bir gün…
Sivas Madımak Otelinde o gün sadece bedenler değil, insanlık da yandı. İki kişinin yan yana gelip basın açıklamasına izin vermeyen siyasi iktidar sahipleri, 2 Temmuz 1993’te yüzlerce kişinin korkunç katliamı gerçekleştirmesine göz yumarak, neyi amaçladılar?
Biz ne 35 güzel insanımızın çığlıklarını, ne yobaz sürüsünün ulumalarını, ne anaların gözyaşlarını, ne politikacıların pişkinliklerini, ne de morglarda başlayıp, duruşma salonlarında süren, soğuk havayı unuttuk! Ne sahte solcuları, ne sahte laikleri, ne gözü yaşlı imamın savunma avukatlığını yapanları, ne onlara sahip çıkanları, ne de yobazları ATATÜRK’ün MECLİSİ’ne taşıyanları, unutmadık, unutmayacağız ve de unutturmayacağız!
Laik Cumhuriyetimizin karşılaştığı bu tehlikeyi, önleyebilmek, ulusumuzun tekrar ümmet haline getirilmesine engel olabilmek için, bize düşen görev: ATATÜRK’ün Devrim ve İlkelerine sıkı sıkıya sarılarak örgütlü bir mücadele yürütmektir. Çünkü bu CUMHURİYET sıradan bir Cumhuriyet değildir.
Bu Cumhuriyet! Ne bir Arap Şeyhinin kabilesinin darbesiyle ne de İngiliz gizli servisinin finanse ve organize ettiği dalaverelerle kurulmuştur! Bu Cumhuriyet, dünyada ilk kez emperyalist devletlere karşı kanlı ve zorlu bir savaşın sonunda; Osmanlı Hanedanlığının egemenliğine son verilerek kurulmuştur. Dahası da var, dış emperyalist güçlere karşı mücadele verilirken, yerli işbirlikçi, gerici güçlere karşı da silahlı mücadele verilerek kurulmuştur.
Ve bu Cumhuriyet! Dünyada ilk kez emperyalist güçlerin yenilgiye uğratıldığı ve sonunda yönünü çağdaş uygarlığa çeviren ilk örnektir. Bundan gurur duymalıyız.
Aydınlarımız Atatürkçülüğü anlamak, yorumlamak ve yaşama geçirmek zorundadır. İkinci Cumhuriyet teranelerini savunmak; özgürlük ve demokrasiyi ortadan kaldırmak için bu hakları kullanmak isteyenlere karşı da uyanık olmak zorundayız.
Çünkü bu zihniyet aynı zamanda, nasılsa gerici güçlerin ikinci yüzüyle pekâlâ işbirliği yapabilmektedirler. İkisinin de ortak yanı “Kemalizm’e“ karşı olmaktır.
Kemalistler kapalı toplum istiyor deyip; sonra da yerli mallarını kullanmayıp, lüks yabancı arabalara binmeyi, dışarıya açılmak sanan iktisat profesörlerine karşı da uyanık ve bilgili olmak zorundayız!
2 Temmuzda Sivas’ta alevler göğe yükselirken; Başkent Ankara’da hareketli günler yaşanıyordu. Özal’ın ölümüyle boşalan Cumhurbaşkanlığına Süleyman Demirel aday olmuş; ortağı SHP’nin jestiyle bu göreve seçilmişti. DYP’nin genel başkanlığına da sürpriz bir isim; Tansu Çiller getirilmişti. Türkiye, o günlerde ilk kez bir kadın Başbakanın mutluluğunu yaşıyordu. Çiller, yeni kabinesini kurmuş Cumhurbaşkanının onayına sunmuştu. Bir gün sonra TBMM’de hükümet programı görüşülecekti. İktidar ortakları program üzerinde son düzeltmelerini yaparken; Sivas’tan arka arakaya gelen telefonlarla rahatsız edildiler. Arayanlar sıradan kişiler değildi. Bu ülkenin yüz akı aydınlar, sanatçılar ve kitle örgütlerinin temsilcileriydi.
“Bizi taşa tuttular, dışarıda azgın bir kalabalık var. Kurtarın bizi!“ diye yardım isteyenlere:
“ Sakin olmaları öğütlendi! Devlet’in ne kadar güçlü olduğu nutukları atıldı!“
Üç gün sonra İçişleri Bakanlığına atanmış, Mehmet Gazioğlu “Emret Bakanım“ filmindeki gibi önce çokbilmiş Müsteşarına sordu: “Sivas’a gitsem mi acaba?“ diye!
Çokbilmiş, görmüş, geçirmiş Müsteşar; yanıt verdi: “Olur mu efendim? Böyle ufacık bir hadiseden dolayı bakan; olay mahalline gider mi? “
Hükümet Ortağının sıkıştırması sonunda bakan; “Baba olarak bildiği Cumhurbaşkanına“ danışmayı düşündü.
Talimat kesindi: “Vatandaşla, güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyin!“ denildi…
Katliamdan dört yıl sonra; Cumhurbaşkanının; kendisine bu yönde talimat verip vermediği sorulduğunda; Gazioğlu: “O gün Cumhurbaşkanı’yla sık sık görüştüm. Ama ne dediğini tam olarak hatırlamıyorum“ dedi…
Sivas Katliamı o dönemin yöneticilerini hafıza kaybına uğratmıştı! Otel yakılmadan önce elinde megafonla saldırganlara seslenen, Belediye Başkanı Temel Karamollaoğluna; “Gazanız Mübarek olsun!“ dediği anımsatılınca: “Vallah… Ne dediğimi şimdi hatırlayamıyorum!“ demişti…
Olaydan bir gün sonra Hükümet Programı görüşüldü. Sivas olayı ile ilgili bilgi vermek için kürsüye çıkan Başbakan Tansu Çiller; Bakanlarının eline tutuşturduğu Van’daki Otel yangınına ilişkin notu kürsüden; “Sivas’taki Oteli ortaklarından biri; sigortadan para almak için yakmış“ deyince…
Bakanlar panik halinde yapılan yanlışı düzeltmeye çalışınca; Çiller: “Benim açıklamam zaten Van’la ilgiliydi“ diyerek; Van’daki otel yangının, Madımak Otelindeki Katliamdan daha önemli olduğunu vurguladı! Başbakan bu açıklamadan bir gün sonra da:
“Ölen hiç kimse, Alevi Sünni çekişmesinden dolayı ölmüş değildir! Hatta bu otelin etrafını saran vatandaşlarımıza da; hiçbir zarar gelmemiştir. Dolayısıyla, olay bir otelin yakılması ve içinde olan vatandaşlarımızın ölmesiyle ortaya çıkmıştır.“ diye bitirmişti açıklamalarını…
Ana Muhalefet Partisi ANAP’ın Genel Başkanı Mesut Yılmaz da ilk açıklamasında: “Devletin valisi % 99 u Müslüman olan Türkiye’de; halkımızın dini duygularını rencide eden, dini değerleriyle alay eden bir konuşmacıya karşı, tepkisiz kalmışsa; milletin, devletin o valiye; güvenmesini bekleyemezsiniz!“ demişti…
Tarikat Liderlerinin cenazelerini kaçırmayan ANAP Lideri; Sivas’ta yaşamlarını yitirenlerin, cenaze törenine katılmadı!
O gün için iki aylık Cumhurbaşkanı olan; Sayın Süleyman Demirel de Dünya Ekonomik Forumuna katılmak üzere geldiği İstanbul’da: “Olaylar ağır bir tahrik sonucu başladı. Olaylar yayılmadı! Alevi Sünni tartışmasına dönüşmedi. Güvenlik kuvvetleriyle, halkın çatışması yok! Sadece havaya ateş edildi!“ dedi…
Sivas Katliamının Faturası; Bürokrasiye Kesildi!
Canını Yobazların elinden zor kurtaran rahmetli, Aziz Nesin de o gün için; şu yorumu yapmıştı:
“Kapkaranlık bir bataklık içinde debelenip, durmaktayız! Yönetimimizi ellerine bıraktığımız iyi niyetli aptallarla; kötü niyetli alçaklar! Bizi kuşatan karanlık balçığı; her gün artırmakta, koyulaştırmaktadır!“ demişti…
VE SİVAS’TAN GÜNÜMÜZE…
ATATÜRKÇÜLÜK: * Çağdaşlıktır!
* Sosyal Adalettir!
* İlericiliktir!
* Yurtseverliktir!
* Adam Olmak Demektir!
Atatürk’ü anlamadan, Atatürkçü olursak! Şeyh Sait İsyanlarını, Kubilay Olaylarını, Aksoy’ların, Emeç’lerin, Üçok’ların…
Mumcu’ların, Kışlalı’ların katliamlarını unutursak!
Yobaz İster!
İktidar, Köy Enstitülerini kapatır!
Yobaz İster!
İktidar, Halk Evlerini kapatır!
Türk Dil Kurumu- Türk Tarih Kurumu aynı gerekçelerle kapatılır!
Bunca kazançtan sonra; YOBAZLAR!
Atatürk’ün kurduğu Yüce Meclis’e! Zafer kazanmış; Romalı Komutanların edalarını sergilercesine, Merve Kavakçı’ları sokarlar!
Dünya’da her şey kendini yeniler; yobaz asla!
Eğer yenileyebilseydi; yobaz kalmazdı!
Dünya’da savaşlar ya dini; ya da etnik kimlik üzerinedir!
Tüm Ruhani dinlerde
TANRI:
“Seviniz Der!“
Yobaz; Tanrı adına katleder!
Yobazda mantık aranmaz!
Mantıksızlığın, mantığı olmaz!
Oysa Mustafa KEMAL:
“Ey Millet; biliniz ki Türkiye Cumhuriyet’i; Şeyhler, Dervişler, Müritler, memleketi olamaz! En doğru, en hakiki tarikat; Medeniyet Tarikatıdır!“ demiştir…
Sayın Uğur Mumcu:
“Vurulduk Hey Halkım…
Unutma Bizi…“
Dediyse de!
Çok unutkan bir toplum olduğumuzu; kabul edelim!
Anıtkabire koştuk, Kemalizm’le coştuk; sonra unuttuk!
Sen unuttun!
Ben unuttum!
Devlet unuttu!
Hedef gösterenler; hedef göstermeye devam ediyor!
Katiller bulunsun, hesap sorulsun!
Sloganlarıyla yürüdük!
Aradan yıllar geçti; yalnızca yıldönümlerinde anımsadık!
Biz ki halk olarak:
“Çeteler Mecliste- Öğrenciler Hapiste“ diye bağıranlar…
Biz ki tencere, tava çalanlar, lamba yakıp, söndürenler; hafızamızı sıfırladık!
Seçimlerde sandıklara koşuşturduk. “Çetecileri- Katliamcıları- Yeniden İkbal Sahibi Olabilmek; Ilımlı İslam’dan- Muhafazakâr Milliyetçiliğe kadar; kılıktan kılığa girenleri Meclise taşıdık!“
Şimdi de herkes; erken seçimi kaçınılmaz görmekte…
Artık; UNUTMAYALIM!
Unutturmayalım…
Artık; VURULMAYALIM!
Vurdurmayalım…
Artık; YAKILMAYALIM!
Yaktırmayalım…
Bu inançla; Demokrasi Şehitlerimizi, saygıyla anarken…
Sükûnet içinde; ibadetini yapanların!
Anası, anamız…
Bacısı, bacımız…
Kendileri, baş tacımızdır…
Sözümüz Yobaza!
Katılımınızdan dolayı, partimin ilçe teşkilatı adına; hepinize teşekkür ederim!
Saygılarımla…
Diye tamamladığım, bu konuşmamı da sizinle paylaşmak istedim; Sayın Nesin!

Hiç yorum yok: