25.07.2010

MAHSUR KALAN MARTICIK…


Kurtardığımız Martı Da Tıpkı Bunun Gibi Çok Şaşkındı:))
Tıpkısının Aynısı Diyesim Geldi...

03–08–2009
KIYMETİNİ BİLMEK LAZIM!

Bir ay önce İstanbul’daydım. Kardeşim, sabah işe gitmeden önce, arka bahçelere düşen martı yavrusunu görmüş; yapacak bir şeyi olamazdı o saatte, sabahın 06.30’unda kime ne diyebilirsin ki? Birilerine bir şey demenin; saatten öteye, başka değerlere büründüğünü de akşamüstü; 17.00 – 18.00 sularında, birlikte görmüş olduk…
Eve girer girmez yaptığı iş, arka balkona giderek, yavru martıya bakmak olmuştu. Bizim o ana kadar bu olaydan haberimiz yoktu. Yavru martının hala sabah gördüğü bahçeden çıkabilmek için çırpındığını görünce, bizimle paylaştı:
- Ya şu martı sabahtan beri arka bahçeden çıkmaya çalışıyor. Sabah çok erkendi, kimseye bir şey diyemedim ama akşam karanlığı basınca; kedilere güzel bir ziyafet olacak bu martıcık, dedi!
Kızımla birlikte arka balkondan, arka bahçedeki martı yavrusuna baktık. “Bi şeyy yapmak gerek!“ Dedik ama neydi yapılması gereken şey? Apartmanlar birbirine bitişik durumda ve arka bahçelere geçmekse; labirentte yol almak gibi bir şeydi… Hep birlikte indik, oturduğumuz apartmanın arka bahçesine çıkış yolunu aradık, bulamadık! Kardeşim kapıcıya telefon etti. Aldığımız yanıt:
- Sizin apartmandan arka bahçeye, zeminde oturan bayanın, arka kapısından çıkılıyor ama o da gece çalışıyor; çok geç gelir yapabileceğim bir şey olamaz, dedi…
Kediler bahçede pusu kurmuştu, martıcık bahçe duvarına çıkmak için ne çok denemeler yapıyor ama başaramıyordu. Ana martı derseniz, çatılarda acı acı öterek konuşuyordu adeta! Bacaların birinden öbürüne uçarken; yavrusunu aradığı çok belli oluyordu ama arama mekânı olarak, çatıları tercih ediyordu! Onların yaşam alanları genellikle çatılar olduğu içindi herhalde…
Başka apartmanlardan geçiş yolu aradık, bulamadık. Akşam menümüz balıktı. Ben hiç olmazsa karnını doyurabilmesine yardımcı olabilmek için, balık kafalarından birini arka bahçedeki martıya attım. Çok uğraşsam denk getiremezdim herhalde, bahçeye çıkıntısı olan balkonun altına doğru gitti, mesafe çok dar. Bütün kediler aynı anda, balık kafası için aynı bahçeye üşüştü ve martıcık çok korktu!
Kaş yapayım derken göz çıkarmak, buna denir galiba; kediler arada ulaşamadıkları balık kafası yerine kafası, gövdesi büsbütün olan martıyı mideye indirip, indiremeyeceklerinin denemesini yapmaya başladı… Evde elimize geçen her türlü küçük nesneleri atarak, kedilere gözdağı vermeye başladık! Bunlar da sayıca çok azdı…
- Pisstt! Pist! Diyerek…
Çözüm bu değildi. Etkisi çok kısa sürüyordu. İtfaiyeye telefon edelim dedik, ben konuştum:
- Merhaba! Bu bir yangın ihbarı değil ancak sizleri ben televizyonda zor durumda kalan bir hayvanın yardımına gittiğinizi gördüğümde, hep takdir etmişimdir.
- Sağolun hanfendi! Teşekkür ederiz…
- Sabahtan beri arka bahçeye düşmüş bir martı yavrusu var ve çıkamayacak. Çevresini kediler kuşattı! 8. kattaki balkonumuzdan müdahale ediyoruz ama bir işe yarayacağı yok. Rica etsem, vereceğim adrese bir arkadaşınızı gönderseniz ve bu martı yavrusunu kedilere meze olmaktan kurtarsak, diyecektim…
Bir sürü yeni öneriler aldım, telefonda karşı taraftan. Hiçbir işe yaramayacağını anlattım, ben de tek tek… Tek çözüm:
- Bir görevli gelecek, yan apartmanlardaki geçiş yolu kullanılıp, bu martıya ulaşılacak, dedim…
- Çözüm buysa; bizi niye çağırıyorsunuz hanfendi? Dedi…
- Yan taraftan hiçbir komşu, arka bahçesine gidebilmemiz için bizi muhatap bile almaz memur bey! Ben misafirim, İzmir’den geldim. Olay İzmir’de olsa sorun değil ama İstanbul’da ne yazık ki! Burada insanlar birbirine karşı pencerelerini öyle bir sıkı sıkıya kapatmış ki! Benim gücüm, bunlardan birini açmaya yetmez ki! Resmi bir üniforma şart! Dedim…
Adresi aldı:
- Arkadaşları gönderiyorum, lütfen balkonda kalın ve onları yönlendirin dedi.
- Çok teşekkür ederim, bekliyorum. İyi akşamlar! dedim…
Kısa bir süre sonra lacivert ve turuncu renkli, üniformalı üç kişiyi görünce seslendim:
- Hoş geldiniz! Bakın şu yandaki apartmanların birinden arkaya geçmeyi deneyin, ben de iniyorum aşağı, dedim…
İndim, görevliler yok ortada ama yan apartmanın dış kapısı açıktı. Açık kapıdan daldım içeri, indim zemine ve tünelimsi yolu takip ettim, bahçeye ulaştığımda; martı yavrusunu görevlinin kucağında görünce, çok sevindim! Teşekkür ediyordum ki bahçeye bir kadın ve erkek geldi. Kadın:
- Siz de kimsiniz? Nasıl girdiniz bu bahçeye? Kim aldı sizi içeri? Vb… soruları makineli tüfek gibi ard arda sıralayıp, durdu…
- Hanfendi memur beylere ben, telefon ettim. Şu martı yavrusu arka bahçelerin birine düşmüş de! Yardım etmek gerekiyordu, dedim…
- O bizim bahçedeydi, dün biz onu duvara koyuverdik. Onu demiyorum ben size! Siz bu bahçeye ne hakla izinsiz girersiniz? Kim açtı size kapıyı? Yolgeçen hanı mı canım burası? Nasıl izinsiz girersiniz bahçemize…
- Hanımefendi bakın beyler, devletin görevli memurları. Sakin olun; korkulacak bir şey yok! Devletin memuruna güvenmeyeceğiz de kime güveneceğiz? Hoşça kalın; iyi akşamlar, dedim…
- Sen kimsin? Dedi…
- Ben yan apartmanda şu anda misafirim, tanımanız mümkün değil! Hoşça kalın… Desem de…
Nafile! Kadın ısrarla, izinsiz bu bahçeye nasıl girebildiğimizi sorgulayıp, duruyor… Gelenlerin yanındaki, Siyah Giysili olan da meğer görevliymiş, ben kendisine:
- İşte bunun için size telefon etmek zorunda kaldım! İyi ki geldiniz yoksa… Diyordum ki!
Her ne kadar misafir de olsam, bu kadını tanımlayabileceğim tek kelime, benim için ancak, komşum olur! Ama komşum bahçelerine izinsiz girmemizi anlayamıyor! Sorgulamaya devam edince; gelenlerin yanındaki, siyah giysili, şef konumundaki beyefendinin, sabrı bitti:
- Yeter be hanfendi! Söylüyoruz ya! Zili çalacaktık, baktık ki dış kapınız açık, kimseyi rahatsız etmeden, işimizi yapıp, martıyı almaya girdik. İşimizi yaptık ve gidiyoruz! Hepsi bu…
- Nasıl? Açık gördüğünüz her kapıdan girme hakkınız olabilir mi? Kimden izin aldınız ki?
- Eğer kapınız açık olmasaydı birinizin zilini çalardık. Dış kapıyı açmamanız halinde kapıyı kırıp, işimizi yapma yetkimiz var! Uzatmayın hadi hoşça kalın…
Derken çok sinirlendiği belli olmaya başlamıştı! Ortalığı yatıştırmak da bana düşmüştü…
Üç görevli, siyah giysili şef, ben ve martı yavrusu tünel gibi uzantıdan geri dönüp, kendimizi sokağa attık. Martıyı sokağa bırakıp, beyler bana da “iyi akşamlar“ deyip gitmeye niyetlendiler; ama olur mu? Gidemezlerdi…
- Biii saniye! Ne oldu şimdi? Arka bahçedeki kedilerden kurtardığımız martıyı, şimdi de sokak kedilerine yem olsun diye, burada mı bırakacaksınız? Dedim… Şef konumundaki beyefendi:
- Ne yapmamızı istiyorsun hanımefendi? Merkeze götürüp, bundan sonra, bir de martı yavrusuna mı bakacağız?
- Onlar çatılarda yaşıyor! Ben de buraya gelince öğrendim bunu…
- Ah! Bir de şimdi, herhangi bir çatıya çıkmamızı mı isteyeceksiniz? Martıyı bırakmak için, dedi…
- Sizin çıkmanıza gerek yok! Biz çatı katında oturuyoruz zaten! Tutun lütfen; bana verin onu, dedim…
- Ahh… Tamam o zaman! Dursun, tut oğlum martıyı tekrar ama sen çıkar çatıya, hanımefendiyi gagalar o! Akşam akşam bir de hastanelere koşturmak zorunda kalmayalım! Sen götür, bayanın gösterdiği yere bırak gel, dedi…
Operasyon eksiksiz tamamlanmıştı bence! Önde itfaiyeci Dursun Bey, kucağında martı yavrusu, arkalarında ben, çıktık yukarı. Ben çok sevinçliydim! İçeri girdiğimde aynı duyguların yansımasını, kızımın ve kardeşimin de yüzünde gördüm! Bizi alkışladılar, duygularını saklama gereği duymayarak…
Yan taraftaki çatıya bıraktık yavru martıyı. Ben hemen yiyecek ve su düzeni hazırladım kendisi için… On gün içinde, fazlasıyla ısındı kanımız birbirine, ben adını “Safinaz“ koydum! Kızım:
- Yıllarca evdeki köpeğin, ablalarıymışız gibi davrandın sen bize! Bakıyorum, bu konuda çok başarılısın ve elin buraya da uzandı ve beni burada da kardeşsiz bırakmadın! Tebrikler… Şimdi Safinaz; Bızdıktan sonraki, türümüz dışındakilerin kapsamındaki, ikinci kardeşim mi oluyor bu durumda? dedi…
- Evet! Ben misafirim, bu gün varsam, yarın yokum! Ben gittikten sonra onun suyu ve yiyeceğinden sen sorumlu olacaksın. Zaman zamanda bana çok iyi baktığını göstermek için MSN’de gösterirsin artık dedim…
Safinaz, yeni mekânını çok sevdi çok! Ekmek elden su gölden misali…
Arka bahçe mekânlarına izinsiz girdiğimiz için sorularıyla, o akşam bizi canımızdan bezdiren komşu; o mekânında daha ne kadar kalabilecek ki? Kimler en güzel mekânlarını bırakıp gitmedi ki? Bu mekânlarda, türü ne olursa olsun! Paylaşımdan yana koyabileceğimiz tavrın; insana verdiği mutluluğu tatmak varken… İlle de:
- Burası bizim! Siz kimsiniz? Ne hakla? Nasıl girdiniz buraya?
Diye, ısrar etmeye! Değer mi?
İzmir’deki insan diyalogları şimdilik, İstanbul’a göre bir adım önde! Bence çok geç kalmadan insanı, insan yapan değerlerin kıymetini bilmek gerek! Hoşça Kalın…
Emekli Öğretmen
Kadriye Coşar

Hiç yorum yok: