29.08.2010

Aziz Nesin'e Mektuplar...


03.06. 2008

Sayın Aziz NESİN

Nesli tükenmek üzere olan bir kuşağın, tek tük henüz var olmayı sürdürebilenlerindenim, diyebilirim. Şu anda ağrımayan bir eklemim yok! Bir ton dayak yemişçesine veya bir ton taş taşımış gibi hissediyorum kendimi! Neden mi? Kimseye hayır diyememe gibi bir alışkanlığı hala sürdürmüş olmaktan başka bir nedeni yok bu ağrıların. Emekliyim, genellikle geceleri geç saatlere kadar oturup; yazmayı tercih ederken, uyku düzenim çok bozuldu. Dün akşam saat saatlerinde, öyle tatlı bir uyku bastırmıştı ki kızım:
- Hadi spora gidelim, dedi!
Evimize 50 metre uzaklıktaki çocuk parkına belediye, yetişkinler için spor aletleri yerleştirmişti. Gelip geçerken her gördüğümüzde, “biz de parka gidip, şu spor aletlerini deneyelim“ diyorduk da…
Uykulu bir halde, akşam serinliğiyle yaptığımız spordan, sınırlı hareketler içinde günü geçiren bedenimin, cin çarpmışa döneceğini, düşünememenin cezasını şu anda çok ağır biçimde ödemekteyim! Zaten öğünlerim şaşmıştı. Döndüğümde de canım bir şeyler yemek istemedi. Gün boyu divanımın üzerinde hazır bekleyen yorganın altına girmektense; üzerine uzun oturur bir pozisyonda, aklımca sayıca üçü geçmeyen dizilerimden, birini izlemeye başlamıştım ki! İlk birkaç sahnesinden sonrasını anımsayamıyorum; hiç farkına varamadan, üstüm açık bir şekilde derin bir uyku çektikten sonra uyandığımda, kızım:
- Çok düzensiz bir yaşam biçimin oluştu. Biraz zorlasaydın kendini bence iyi olurdu. Şimdi ben yatarken, sen gene sabahlayacaksın, dedi.
Evet aynen dediği gibi oldu, sabahladım! Ama çok kötü bir gece geçirerek! Dizinin sonlarında uyanıp, kalkınca geçiştirdiğim öğünün olumsuzlukları karşısında, gece geç saatte yayına giren beş oscarlı, yabancı bir filmi televizyondan izlerken. Abur cubur tabir ettiğimiz yiyeceklerden atıştırıp, süt içtim. Midemdeki ağrılardan dolayı bir bardak daha süt ihtiyacı duymuş olmam; sporun yarattığı kas ağrılarına eklenen gaz sancılarıyla huzursuluğumu katlayarak arttırdı.
Ertesi günde de bir türlü kendime gelemedim. Yatağımdan yarım metre bile uzaklaşamadım. İmdadıma sıcak su torbam yetişti! Onunla biraz rahatladım. Bu zorlu günün akşamında, haftalar öncesi final bölümünü canlı sunacaklarının reklamlarının yapıldığı; üstelik birçok bölümünü izlemediğim, diziye bakmaktan kendimi alamayıp, üstelik televizyon kumandasını hiç kullanmadan, aynı kanala takılıp, kalmamın aptallığını yaşadım!
Hala dayanılması çok zor olan ağrılarıma rağmen, mektubumun başına geçtim, uydudan yayın yapan bir kanalda verilen; programın son 20 dakikasını yakalayabildiğimde, kendime daha çok kızdım. “Ustaya saygılar programıydı bu“ tamamını izlemediğim bir diziden dolayı, böyle güzel bir programı kaçırdığım için ağrılara rağmen yazmakla cezalandırıyorum, kendimi şu anda!
Umarım, aynı kanal bizim gibi kumandayı kullanma hâkimiyetinin; reklamlarda değil de kendi iradesinde olduğunun ayırtına varamayan izleyicileri için “Nazım’ın, 45 inci ölüm yıldönümü “ için hazırladıkları programın, tekrarını verirler!
Kelaynak benzetmesiyle başlamıştım mektubuma. O havada kaldı sanırım. Karşımdakinin kim olması hiç önemli değil; benden istenen her hangi bir, ufacık da olsa yardım talebine, hala hayır diyemememe, açıklık getirmeye çalışıyordum. Hele de ihtiyacı olduğunu görürsem; o anda karşımdakinin her hangi bir talebinin olması hiç önemli değil! Talepsiz, arz sunmaya çalışmam da vazgeçemediğim, bir alışkanlığımdır! Kendime hayrımın olmayacağı günlerde, istesem de yapamayacağım zaten! Bu alışkanlığımın da bir hükmü olmayacak! Yaşlılık yıllarının, sessizce gelip, yakamıza yapışacağını hiç hayal edemeyenlerdenim ben aynı zamanda!
Anılarımı sizinle paylaşmak için başladığım mektuplarımda; bazen çok yakın geçmişteki veya o anımdaki olaylar araya giriyor; anlamsızca kendimden, karakterimden bahsetmiş olmaktan, utanıyorum aslında. Bir önceki paragrafın konu içeriği olan yardım severliğimden bahsetmem gibi. Emekliyim, benim şu anda kime, ne gibi unutulmazları arasına gireceği bir yardımım olabilir ki! En son, bulunduğum yerden, çok yakın bir yerleşim yerine, GOP’a hangi duraktan kalkan, toplu taşıma araçlarıyla gidebileceğimi, bir büfede çalışan gence soruyordum ki!
Hemen yanı başımda duran, çok genç bir anne; kucağındaki bir bucuk, iki yaşındaki çocuğuyla, dilendiği çok belli oluyordu! Büfenin dışına dizilmiş, rengârenk ambalajları olan gofret ve çikolatalara uzanma isteğini engelleyememesiydi kucağındaki bebenin suçu!
Ben soruma yanıt alasıya kadar, o bebe genç anneden, koluna, ellerine en az beş altı kez uyarı babında, can acıtmayan ama sonuçta, vurularak davranışı engellenmeye çalışılıyordu. Büfedeki çalışanın zamanını almıştım. Bir sayısal kuponu ve o anda o bebenin canının çok istediğini görmemek için insanın, görme özürlü olması gerekirdi. Onlardan alıp vermekle, kendimi huzurlu hissettim! Çözüm olmadığını bile bile…
Sitelerde, yüzlerce aile oturuyor ama bir iki site görevlisiyle götürüyorlar işlerini, site yöneticileri. Yönetim birkaç ay öncesi, tam da kış ortasında aldığı bir kararla su borularını değiştirdi. Bu işlemler esnasında, sitede görevli olan iki emekçiyle üç gün daha çok karşı karşıya geldim. Kendimi, çocuklarının eğitimi konusunda, her şey geçtikten sonra değil de eğitimleri devam ederken, öğretmenleriyle daha sık görüşmüş olmalarının, yararlarını vurgulamaya çalışırken buldum! Ben, bunu hep yaparım. “Bir dokun, bin ah işit misali“ site görevlisi:
- Ah, Hocam ya! Ben aldığım ücretin hepsini okuyan çocuğuma harcasam! Bakın siz de evlat hatırına, İzmir’den kalkıp gelmişsiniz! Semti gördünüz, öğrendiniz. Buralar, Ankara’nın en güzel yerleri! Sınıf arkadaşlarının giydiklerini, harcamalarını göze alarak; okuyan çocuğumun, boynu bükülmesin desem! Onun ihtiyaçlarına yetişmem mümkün değil, dediğinde!
Tam da bu tezatlıkların verebileceği zararları, çocuklarıyla yakın diyalog kurarak, nasıl en aza indirebileceklerini, anlatmak istediğimi vurguladığımda; aldığım yanıtla ayakta durma dengem bozuldu, o an sanki!
Her şeyin farkında olan, duyarlı bir ana babayı, tüm bu tezatlıkların ortasında kıvranan gencin, yaptığı işi dolayısıyla; suçlaması!
- Memleketten kalkıp gelmişsiniz; bula bula, bu işi mi buldunuz? Utanıyorum, sizden!
Suçlamasının yapıldığını bir babanın ağzından dökülen bu ifadeler karşısında ben; sözün bittiği yerde hissettim kendimi! Yerli yerine oturacak bir kelime veya bir cümle kuramadım…
O an evimde, ortalıkta inşaat çalışmasının dağınıklığı hâkim! Basında görüp, çalışmalarını takdir ettiğim ilçe belediye başkanına, ulaşmak için sakladığım, telefon numaralarının bulunduğu broşürleri arayıp, buldum! Bir bayan, çıktı telefonuma! Durumu özetleyip; bu çocuklar için belediyenin, özel bir çalışma talebime karşılık! Görüşme talebiyle, randevu verme teklifiyle karşılaştım!
- Hanım Efendi, şu an evimdeki yaşadığım ortamı görseniz! Kendisinin acilen yardıma ihtiyacı olan, bu kadın deli mi ne? Dersiniz, inanın! Olayın etkisinden kurtulamadan, size ulaşıp konuyu özetledim ki! Siz kendi aranızda görüşüp; benim önerilerim dışında da, yapabileceğiniz durumlar varsa, kararını alıp, bu insanlara ulaşarak, çözüm getirebilirsiniz, zaten!
Şu an borular kesilmiş, kaloriferler yanmadığı için evim çok soğuk ve inşaat, pisliğiyle uğraşmak zorundayım, dedim.
Hanım Efendi ısrar edince de iki gün sonraki randevu talebine giderken:
“Küçük şeylerle, kalıcı çözümler başlatılmasının; umut ve beklentisi içindeydim…“
Belediyenin halk günüymüş meğerse! Telefonda konuştuğum bayana ulaşmaya çalıştım. Görüşme odasında başkanın, yanında olduğunu öğrendim. Telefon konuşmamı anlatıp, arkadaşlarının yardımıyla içerideki bayana ulaştım. Bir ara çıkıp, bana bir:
“Merhaba, sizi başkanımızla görüştüreceğim, biraz bekleyin lütfen!“ dedi.
Bekledim ama sıra bana gelmeden; başkan genel merkeze gitmek zorunda kalınca, kendisiyle görüşemedim tabii ki! Beklemem uyarısı yapıldı tekrar, bekledim! Bir ara içeriye davet edildim! Salona girdiğimde, bir Beyefendi:
- Buyurun Hocam; konu neydi? dedi.
Olabildiğince özet geçip; Belediye olarak ilçede çok azınlık konumunda olan bu çocuklar için; onların sorunlarına eğilip, topluma eğitilmiş bireyler olarak kazandırılmalarının, arayışı içinde olduğumu söylediğimde.
- Siz ne öğretmeniydiniz? Hocam!
Sorusuna, yanıtım:
- İlk Okul, oldu!
- Hocam, toplumda artık böyle ayrımlar yapılmıyor ki! Siz, sınıfınızdaki öğrencileri, babalarının mesleğine göre, kategorize ediyor muydunuz?
Sorusu karşısında, biraz daha kararlı bir şekilde, bu ilde, ilçede azınlık konumundaki bu çocuklar için yapılabilecek birçok etkinliklerin olabileceğini; savunmaya geçmiştim ki!
- Ben, Hacettepe Üniversitesinde, hali hazırda Davranış Bilimleri Bölümünde; Uzmanım Hocam!
Deyince, bu Beyefendi!
- Zamanınızı aldım. Kusura bakmayın. Ben, emekli öğretmenim. Üstelik velilerimin hepsi çiftçiydi! Anlayacağınız bir köy öğretmeniydim! Öğrencilerimi, babalarının mesleğine göre kategorize edecek bir konumum, hiç olmadı zaten! Hoşça kalın, size iyi günler…
Deyip ayrılırken, ortak paydada buluşamamanın sıkıntısı içindeydim, geri dönüşümde yol boyunca! Siteden henüz adımımı attığımda, kendisi ve çocuğu için bir şeyler yapabilir miyim acaba? Diye düşündüğüm görevliyle karşılaştım. Ayaküstü, kendisiyle konuşma gücünü, kendimde bulamadım o an! Oysa telefonuma:
- Lütfen Hocam, gelin yüz yüze görüşelim!
Diyen bayanın, ısrarla beni davet etmesinden; umutlanarak! Bu gelişmeyi, belediyeye gitmeden bu görevliyle paylaşmıştım! O da çok sevinmişti. Hatta:
- Ana baba olarak bizi bile çağırsalar, severek gideriz Hocam! Sağ olun! Bizim bile psikolojik desteğe ihtiyacımız var! demişti…
Nasıl yapabilirim bilemiyorum ama henüz hiç yüz yüze bile; gelmediğim bu lise öğrencisi için ben, hala bir dershane desteği arayışı içindeyim!
Oturduğum semtten, taksiyle on dakikada ulaşılacak bir semte dahi gitmek için, birilerinden yardım almak konumundayken! Kimseyi ve çevreyi tanımadan, kızıma destek olmak için yaşadığım Ankara’da!
Karşıma bir, Davranış Bilimleri Uzmanı çıktıydı…
Daha uygun bir zamanda, konudaki olumsuz gelişmeyi paylaşırken bu babayla, zorlanmadığımı söyleyemem! Ama O sonucu bana göre, daha mantık çerçevesine oturtarak, bekliyormuş ki pek şaşırmamıştı:
- Biz kimiz ki Hocam! Bizim için kafa yorsunlar! Ama gene de sağ ol! demişti…
Yakın gelecekte daha düzenli paylaşımlarda görüşmek üzere sevgiyle kalın!

Hiç yorum yok: