9.01.2010

Aziz Nesin'e mektuplar


Ortaklar Anadolu Öğretmen Lisesine telefon edip, bir idareci meslektaşımla konuşup; durumu anlattım. Köyde ilk ortaokula devam eden öğrencimizdi. Geriden gelenler için de böyle somut bir örneğe çok ihtiyacımız var. Ben ön kayıtlar için şansımızı denemek istiyorum. Adınızı ve telefonunuzu rica etsem; başvuru tarihlerini kaçırmamak için sizden telefonla bilgi alsam Hocam, yardımcı olur musunuz? Dedim.
Sağ olsun yardımcı oldu. Telefonda bana bilgi verdi. Zamanı gelince Aydın Ortaklara gidip, ön kaydımızı yaptırıp, şansımızı denemek istedim. Daha sonra kesin kayıt için, gidebilme şansını yakaladık. Başvurular arasında Nuriye’nin puanı işe yaramıştı. Boş kontenjan sayısının içinde yer alabilmişti.
Uzun yıllar dağa doğru yürünecek yolu olan görev yerime, yıllar sonra gidip gelmekte çok zorlanınca, çareyi kendime ikinci el bir taksi almakta bulmuştum. Şimdi emekliydim ama takip etmem gereken bir işim vardı. Emeklilik ikramiyemi % 50 riski göze alarak, çocuk ayakkabısına yatırmıştım. Elemanım olmadığından; o günlerde işyerimi kapatıyordum. Arabamla Aydın Ortaklara gidip gelmiştik üç kez. Önce ön kaydımızı yaptırıp merakla beklemiştik sonucu acaba puanımız yetip de kesin kayıt hakkını kazanabilecek miyiz diye? Kesin kaydımızı yaptırdığımız gün bayram çocukları gibi sevinçliydim! Sıra Nuriye’yi eşyalarıyla okula kadar götürüp, yerleştirmeye gelmişti!
İlçeme dönüp sokağımıza girdiğimde ise bende zafer kazanmış, bir komutan edası vardı! Zor, yorucu ama çok güzel bir gündü bence!
Aradan geçen bunca yıla rağmen, belleğimde sanki dün yaşanmışçasına, yerini alıyor olması, sizinle de paylaşmaya yönlendirdi beni! Benim gibi düşünenlere günümüzde gençler artık “kelaynak“ diyorlar. Yaşıtlarımızın çoğu da benzer olaylarda “böyle gelmiş, böyle gider!“ deyince; ben de size mektup yazma arayışı içinde buldum, kendimi.
Sayılı gün tez geçer diyerek, ertesi gün bir bavul alarak, esnaf komşularım ve tanıdıklarla paylaşıp düşüncemi, tekrar koyuldum koşuşturmaya. Tepeden tırnağa misali her türlü ihtiyacını almak gerekiyordu. Yeni bir arkadaş çevresinde olmazsa, olmazlarının alınması şarttı. Çünkü köyde her zaman şalvar, üstüne bir penye türü giysiler ile giyim kuşam işi tamamlanmış oluyordu.
Esnaf komşularım, kendilerinden alacaklarıma hiç fark koymadan, giriş fiyatından vererek yardımcı olabiliriz, demişlerdi. Tokasından ayakkabısına kadar her şeyi yenileyebilmek de çok hoş bir durumdu. Ama komşularımın maliyetine de olsa vermeye razı oldukları ihtiyaç listesini tamamlamak kısmı beni fazlasıyla zorlamıştı. Bir tek nevresim takımı eksik kalmıştı. Bavulu alıp, tekrar köyün yolunu tutmuştum. Hatice, dolu bavulu görünce çok şaşırdı. Ben:
- Her şeyi tamam, bir nevresim takımı alamadım Hatice, onu da sen halledersin, olmazsa evde kullandığın bir nevresim takımını bırakırsın, dedim.
- O ne abla? Dedi!
- Tamam boş ver! Ben hallederim, derken kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Bilemeyeceğini akıl edememiştim...
Yenisini alamadım, kızımın kullandığı nevresim takımının ikincisini, okullar açılmadan önce, Nuriye’yi okula götürürken yanıma almıştım.
Açık mavi zemin üzerinde, pembe, yeşil palmiye desenleri vardı. Ben de onları kumaş alıp, çocuklarıma ikişer takım, kendim evde dikmiş kullanıyordum. Ben istemeden eşimin bana aldığı tek hediye kategorisinde yerini korumaya devam eden dikiş makinem de ben gibi şimdilerde çoooktan emekliye ayrıldı. Hediye dediğin üretime yönelik olmalı diye mi düşünüyor eşim bilmem? Hiç sorma gereği de duymadım zaten ama çiçek ve böcek kısmı onun ilgi alanında olmadı hiç. Burjuva özentisi sayar onları, iyi bilirim...
-O ne? Diye bir soruyla karşılaşabileceğimi, hiç düşünmemiştim bile! Unutamadım yıllarca bu soruyu: ‘’O ne abla?’’ Ama açıklama gereği de duymadım...
Okulların açılmasına iki gün kala, Ortakların yolunu tutmuştuk. Yatakhaneyi öğrenip, yatağını hazırladık. Eşyalarını sen akşam istediğin gibi dolabına yerleştirirsin; deyip bavuluyla dolabına bıraktık. Yönlendirilen şekilde ilgili bölümlere gidip, işlemleri tamamlamaya çalışıyorduk. Yatılı okul olduğundan, okul önlükleri ve kitaplarının parasız verileceğini düşünmüştüm. Önümüze konulan İngilizce Seti için otuz milyon (30YTL) isteniyordu. Durumumuzu anlatıp, bir çözüm arayışım hiç bir işe yaramadı. Önümüzdeki yıllarda ders kitaplarını biz vereceğiz ancak hazırlıktaki bu İngilizce Setini satın almak zorundasınız, deniliyordu. Almak istemedim:


- Geçen senenin öğrencilerinden, ikinci el kitap alabilmek için tanıdık öğrencilerle konuşayım. Bizim için kullanılmış kitap almak daha iyi olacak, dedim. Müdür Muavini:
- Maalesef bu mümkün değil! Her yıl farklı kitaplar alınıyor, demez mi?
- Setin adını ve yazarlarını alayım. İlçemdeki Anadolu Lisesinde ola ki okutulmuş bir setse; hiç ücretsiz bulabilirim. Biz diğer gerekenleri yapalım. Kitaplar konusunda biraz araştırma yapalım. Nuriye benim ilkokuldan öğrencim. Keşke bu kadar dil döküp, sizin de zamanınızı almasaydım ama lütfen; siz de beni anlamaya çalışın, dedim.
- Bu konuda yapabilecek hiçbir şey yok maalesef! Sizi anlıyorum ama bu konuda başka bir çıkış yolu yok, Hocam dedi!
Her yıl bu İngilizce Kitap Setleri bu kadar pahallıyken; değiştiriliyorsa okul idaresi tarafından. Bunda bir bit yeniği olmalı değil mi? Bunları satabilecek birden fazla alternatif varken, sen idarecilik yetkini kullanıp; öğrenci sayısı kadar getirip, kayıt masanın önüne heybetli bir duvar gibi dizip de kendin satmaya çalışırsan! Yapılana hizmet anlayışıyla bakmak; kusura bakmayın ama saflıktan öteye varabilir mi? Madem bu kadar pahallı ve kaliteli bir baskısı olan bu kitap setlerinin, her yıl değiştirilmesi mantığının altında; seneye yeni kayıt olacaklar arasında bir değiş tokuşu engelleyelim ki! Çocuklar kendilerine teklif edilecek paralara tamah edip bunları ihtiyacı olanlara satmasın! Elinin altında devamlı bir kaynağı olsun mudur? Bu değişimin amacı…
Hiç sanmıyorum…
Daha mantıklı bir yanıtı vardır mutlaka!
Muavin Bey, babaya yönelip:
- Beni daha fazla uğraştırmayın. Bunu siz almak zorundasınız, dedi.
- Otuz milyon! Kardeşim benim cebimden üç yüz bin bile çıkmaz, dedi baba.
Bu tartışmayı uzatmanın bir anlamı yoktu:
- Biz kantinde bir çay molası verip, kendi aramızda konuşup; sizin yanınıza sonra gelelim, deyip ayrıldık.
Verilen molada baba:
- Senet imzalayıp, gitsek de ben inek satmadan bunun altından kalkamam Hocam, dedi.
O yıl beş milyon (5YTL) dükkân kirası veren ben, otuz milyon (30YTL) bu günün karşılığı, kafamızda karmaşa yaratıyor ama alım güçleri çok farklıydı. Bu durum karşısında, düşünmekte pek de haksız sayılmazdım. Alınan bir bavulla içini doldurabilme gibi bir öncesi de vardı, bu koşuşturmanın. Demek ki ben o gün okula yorgun ve yardım limitimi doldurmuş olarak gitmiştim zaten!
Düşün düşün bo...tr işin! Diye bir özlü sözümüzü anımsadım. Kumpas kurulmuşsa bundan kaçış, kurtuluşun olamayacağını kabul edip; vakit kaybetmenin bir anlamı olmadığını düşünüp, idareye gidip, kitapları da aldım. Komşumun yeğeni aynı okuldaydı. Onu bulup, Nuriye’yle tanıştırıp, ortama alışasıya kadar yardımcı olmasını, rica ettim. Nuriye’ye klasik birkaç öneriden sonra da vedalaşıp ayrılırken:
- Ayda bir kere Evren Ablanla ilçeye kadar gelirsin. Onlar on kişi bir dolmuşla anlaşmışlar, her hafta sonu gelip, gidiyorlar. Sen okulda zaman geçirmeyi öğren. Her şey maddiyata bakıyor, kızım dedim.
Çok çalışacağını biliyorum. Uyarmaya bile gerek görmüyorum. Hadi ilçeye geldiğinde görüşürüz, deyip öpüşüp, ayrıldık.
Ne söylediysem, gene “tamam“ dedi!
Sarıldım, öptüm, vedalaştım! Arkamızdan bakakaldı ama ağlamadı.
Uzun uzun el salladı...
Sonra duydum ki daha ilk hafta sonunda, köyüne gelmiş. Sonra annesinden öğrendim ki gelişi köyde yedi şiddetinde bir deprem yaratmış. Nuriye’nin evine, köyüne gelişi! Şimdi yazmak istediklerimi bildiğim için boyun kaslarımda dayanılmaz bir gerginlik oluştu! Psikolojik olarak insan bünyesi nasıl ağrılara yenik düşer, anlayabilmiş değilim! Ama ben bunu çok yaşıyorum. Düşüncelerime karanlıklar çökünce; bedenimi ağrılar istila ediveriyor hemen!
Gezindim odamda hızlı hızlı, kan dolaşımım hızlansın diye! Isıttığım çayımdan demli bir bardak doldurdum. Ağrıları bertaraf edemedim. Ben zor şartlarda okudum. O yıla kadar ortaokuldan sonra öğrencilerimin okuma şansı hiç olmadı. Nuriye ilk örnek olacaktı! Şimdi durum nedir? Köylerde derseniz!
Üzülerek ifade etmek zorundayım, pek parlak değil!
Dershane fiyatları el yakıyor…
Özel Öğretmenlerden, özel ders almak kaçınılmaz bir zorunluluk…
Sınav çocuklarının yaşadığı sarsıntılar, içler acısı bir durum…
Tüm bu yaşananlarla il ve ilçede oturan çocuklar ve aileleri baş etmekte zorlanırken…
Köy çocuklarının ipi göğüsleme şansı hiç kalmadı…
Eğitim Sistemimizde her yıl değişiklikler oluyor…
Bunların eğitime ve eğitilenlere yararı nedir…
Ben de bilmiyorum…
Liseler dört yıla çıktı…
Bu öğretim yılında yeni mezun veremeyeceği için…
ÖSS’ye giren, çok az öğrenci olacağı söyleniyordu…
Haberlerde dinledim…
Tam tersi olmuş…
Bu yıl geçmiş yıllara oranla, ÖSS’ye girecek öğrenci sayısında patlama olmuş…
Katsayılar düşürüldü bu yıl gene…
Öğrencilerin doğru netleri çok az olduğundan mı? Bilemiyorum…
Ben yatılı öğretmen okulundan hayata atıldım…
Öğrencilerimi yatılı okullarda okutabilmek için didindim, durdum…
Şimdilerde bu okulların puanları el, cep, yürek yakan cinsten…
Anlayacağınız, hepimiz “eğitim şart“ konusunda hemfikiriz de…
Eğitimi verecek kurumları bulmada, bulabildiğimize de kabul görmede sorun yaşıyoruz…
Kabul edildiklerimize de gidip, geliyoruz ama maratonda çizgiyi geçebilmek için bu yetmiyor diyorlar…
Oralardan aldığın diplomalarla…
Dershanelerde yaptığın test pratiği…
Özel Öğretmenlerinin verdiği, özel bilgi ve beceriler…
Sınav günü gelip çattığında…
Harmanlanarak…
Çocukları bir yerlere taşıdığı söyleniyor…
Şimdilerde çocuk olmak, çok zor!
Küçük yaşına bakmaksızın, yapmak zorunda oldukları, boylarının çoookkk ötesinde…
Ya bu deveyi güdersin…
Ya bu diyardan gidersin, yaklaşımı baskın geliyor…
Çok çetrefilli bir durum…
En iyisi mi? Siz bana hiçbir şey sormayın, üstadım!
Ben yaşanmışlıklarımı anlatayım size…
Demli çayım ve odamdaki gezinmelerim, hiçbir işe yaramadı!
Mektubuma ara verip, uyumaya çalışayım ben…
Saat 02.07di…
Emekliliğimde benzer olaylar karşısında “ben ne yapabilirimin“ hükmü kalmayınca, bakıp da görmemeyi de öğrenemeyince, bu duruma alışmakta çok zorlanıyorum! Sol bacağımın ağrısı şuan, beni delirtiyor!
İlk hafta sonunda okul forması ve elinde bavuluyla, Nuriye’nin köyüne gelmesi olay olmuş. Köyde yediden yetmişe herkes o günlerde Nuriye’yi anlatıp, durmuş. Duyan, kısa bir zaman da olsa elindeki işini bırakıp, Nuriye’yi görmeye gitmiş. Duyan duymayana, gören görmeyene, Nuriye’yi anlatır olmuş köyde! Yıllarca ben her birinin çocuğu için aynı olanakları yakalayabilmenin adına uğraşıp, durdum oysa sonra farkına vardım ki anlatmasını bilememişim ben!
Olayı Nuriye’den dinleyen; soluğu benim işyerimde alır oldu: ‘’Aman Hocam, noooluuur! Bizim kızı da yollayalım oraya’’ demek için yıllarca öğretmenlik yaptığım köyün kadınları, benim kıymetimi kıytırk işyerimde anlamaya başladı. Oysa yıllarca ne diller döktüm ben bu konu üzerinde onlara...
İlginç olan Nuriye’nin anlattıkları oldu! Neymiş bunlar? Hem annesinden, hem de aynı okula kızını da göndermek isteyen analardan, o kadar çok dinledim ki! Onlar duruma heveslenerek anlattıkça, benim başım çatlayacak gibi ağrıyordu! Ülserim azdıkça, midem delinecek sanıyordum! Ciddi ciddi analar “benim kızı da götürüversene hocam“ demenin ötesinde bana yalvarıyorlardı! Kızlarının okumasına anaları özendirense Nuriye’nin anlattıklarıydı, işte bunları paylaşmaya gelince, bedenimi ağrılar istila etmişti dün gece geç saatlerde, çözümü ara verip uyumada aramıştım ya! Bu ilginç hikâyeciklere gelecek olursak; aynen şöyleydi Sayın NESİN:
* Her akşam etli yemek yiyoruz!
* Her zaman sıcak suyumuz ve kocaman hamamlarımız var!
* Demir karyolalar üst üste konulmuş, on kız aynı odada kalıyoruz. Kocamaaaannn bir yatakhanemiz var!
* Koca koca binalar, dershane ve yemekhanemiz var!
* Sabah, öğlen, akşam çeşit çeşit yemek çıkıyor!
* Kocamaaaann bir spor salonumuz var!
* Kantinimiz var içi masa, sandalye dolu! Orda oturup çay içiyoruz. Gazoz da var!
* Elliden fazla öğretmenimiz var!
* Çamaşırhanemiz var!
Var da var…


Devlet Yatılı Okullarımızdan birine yerleştirmeyi başarabildiğim öğrencimin, sevinç kaynaklarıydı bunlar. Özellikle köy çocuklarının eğitilmesine olanak sağlıyorsa buralar; acilen önlem alınmalıydı! En kısa zamanda ruhuna Fatiha okunan kurumların en başına alınmalıydı, o zaman buralar...
Nuriye anlattıkça, duyanlar duymayanlara duyurup, yarın gidecekmiş, deyince. Cumartesi günü evleri dolmuş taşmış. Hiç boş kalmamışlar gün boyu. En çok da öykünülen şey:
“Her gün hiç aksamadan, üç öğün verilen yemek olayı olmuş. Hem de her akşam etli yemek! Ohhh ne güzel! Ye, iç, yat, kalk, oyna ve hiç para ödeme!“
Hatice ilçeye pazar alış verişi için geldiğinde uğramıştı yanıma:
- İnsanlar geldikçe, bizim kız anlattı, durdu okulunu. Herkes:
- Kız ne şanslısın! Dedikçe…
Dönüş için Pazar günü dörtte, Doğu Garajında buluşacağız, aynı dolmuşla okula kadar gidiliyor, demiş; senin tanıştırdığın Evren Ablası. Bizim kız Cumartesinden tutturdu:
- Ben okulumu çok özledim. Bu gün gitsem, bulabilir miyim? Demeye başladı! Bulamazsın, kızım! Benim aklım sende kalır, delirtcen mi sen beni? Deyip, zor tuttum evde Kadriye Abla!
Derken Hatice o kadar mutluydu ki! Onun gözlerinden bana yansıyanlar, beni de çok mutlu ediyordu... İlk hafta sonu izlenimlerini uzun uzun anlatmıştı bana, köyümüzde ilkokuldan sonra da okuma şansını yakalayan, ilk örneğimiz olan, kızımızın annesi.
İlçe Pazarına alış veriş için gelen analar, benden dinleye dinleye prosedürü çok iyi öğrenmişlerdi. Nuriye’den sonra ortaokula giden kızlarımız oldu. Ne yazık ki sınavları kazanamadılar! Artı puanlardan dolayı zamanla, Anadolu Öğretmen Liselerine talep artınca; ben de kontenjandan yararlanıp, Nuriye’den sonra hiç birisini, analarının çok istemesine rağmen, herhangi bir yatılı okula, kontenjan hakkını kullanarak, kaydını yaptıramadım! Dolayısıyla bu okullar, Nuriye gibi köy çocuklarına kapısını kapatmış oluyordu bir yerde! Fatiha Suresinin yerine, Külhuvallah okundu galiba ama bu köy çocukları için Fatiha’nın ta kendisiydi!
Nuriye’nin lise öğrenimi de başarılı geçti. Dershanelerde aldığı yüksek puanlardan dolayı, ücretsiz eğitim hakkı kazandı.
Bu serüveni, aldığı yüksek puanla; Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İngilizce Öğretmenliği Bölümünü kazanarak devam etti…
Sayın Nesin, bundan sonraki mektubumun kahramanı, gözümde canlanmaya başladı. O da umudunun tamamen bittiği noktada; benim ısrarlarım sonucunda umudu yakalayıp, sımsıkı sarılarak, hayallerini gerçekleştirip, şimdi Sosyal Bilgiler Öğretmeni oldu!
Ülkemiz şartlarına göre, KPSS’yi ne zaman kazanır da öğrencilerine kavuşur! Onu bilemem…
Bu dosyayı 2007de hazırlamıştım, şimdi de gözden geçirip, günlere bölerek, gazeteye gönderiyorum. En son cümleye anlamlı ve çok güzel bir ekleme yapma gereği duydum. Damla da şimdilerde KPSS maratonunu atlayabildi; bir hafta sonra benim meslektaşım olacak:)
Saygılarımla...

Hiç yorum yok: