Saat 14.30
Ümit Zileli
Aydın güzel bir insan, yaşadığımız süreçte halkı bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için, ilçemiz ADD tarafından, kendisine yapılan davete sıcak bakmakla kalmayıp, dün gece geç saatlere kadar süren, canlı televizyon programının ardından, ilçemiz Tire’ye kadar gelerek; bizlerle anlamlı, güzel ve içeriğinde, bilgilerimizi tazelememize yarayacak bir konuşma, sohbet toplantısı yaptı bu gün. Bunu bize sağlayanlarca adı herhalde paneldi.
Emeği geçen herkese teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum da; hasta haliyle bunca yola rağmen, üstelik soğuk bir salonda, aydın olmanın gereği saydığı için! Bu gerekçelerle konuşması anında paltosunu çıkarmak istemeyişini bile dile getirip, katılımcılardan özür dileyerek, başladı sözlerine. Teşekkürün ilki, Sayın Zileli’ye olsun istedim! Umarım kendisine ulaşır bu teşekkürüm…
‘’Türkiye nereye gidiyor’’du! Konuşmaların özü. Buraya nasıl geldiğimizi anımsatmaya çalışarak, sürdürdü konuşmasını. Televizyonda canlı yayın programlarıyla, gazetedeki yazılarıyla, yayınlanmış kitaplarıyla da, zaten bunu vurgulamaya çalışan aydınlarımızdan birisi kendisi ve kendisi gibi düşünen, işlerini en iyi şekilde yapıp, insanları aydınlatmayı, uyandırmayı amaç edinen, birkaç kelaynak daha var! Sağ olsunlar da; tehlike muazzam kalabalıkların kış uykusunu, çok sevmesinde yatıyor sanırım!
Türkiye’de muazzam bir devlet bilincinin olduğunu ve zaman zaman ağır darbeler alsa da, asla yıkılmayacağını, çok güzel örneklemelerle vurguladı. Bence de:
- Çünkü bu CUMHURİYET! Sıradan bir Cumhuriyet değildir.
Bu Cumhuriyet! Ne bir Arap Şeyhinin kabilesinin darbesiyle, ne de İngiliz gizli servisinin finanse ve organize ettiği dalaverelerle kurulmuştur! Bu Cumhuriyet, dünyada ilk kez emperyalist devletlere karşı kanlı ve zorlu bir savaşın sonunda; Osmanlı Hanedanlığının egemenliğine son verilerek kurulmuştur. Dahası da var, dış emperyalist güçlere karşı mücadele verilirken, yerli işbirlikçi, gerici güçlere karşı da silahlı mücadele verilerek kurulmuştur.
Ve bu Cumhuriyet! Dünyada ilk kez emperyalist güçlerin yenilgiye uğratıldığı ve sonunda yönünü çağdaş uygarlığa çeviren ilk örnektir. Bundan gurur duymalıyız…
Aydınlarımız Atatürkçülüğü anlamak, yorumlamak ve yaşama geçirmek zorundadır. İkinci Cumhuriyet teranelerini savunmak; özgürlük ve demokrasiyi ortadan kaldırmak için bu hakları kullanmak isteyenlere karşı da uyanık olmak zorundayız.
Çünkü bu zihniyet aynı zamanda, nasılsa gerici güçlerin ikinci yüzüyle pekâlâ işbirliği yapabilmektedirler. İkisinin de ortak yanı “Kemalizm’e“ karşı olmaktır.
Kemalistler kapalı toplum istiyor deyip; sonra da yerli mallarını kullanmayıp, lüks yabancı arabalara binmeyi, dışarıya açılmak sanan iktisat profesörlerine karşı da uyanık ve bilgili olmak zorundayız!
Cumhuriyetimiz hakkında kendi yorumlarımı da paylaştıktan sonra sizinle; çünkü panelde sadece dinleyici olmak zorundayız ya! Bari bloktan sesleneyim istedim ben de. Toplantıya dönecek olursam, vurgulananlardan anımsadıklarımı paylaşamaya çalışırsam…
Sayın Zileli:
‘’Toplumlar fakirleştikçe, dine daha çok sarılırlar’’ dedi ve örnekledi.
Ne güzel bir tespit; bir dönem daha AKP’yi iktidara taşırsak, ‘’biz sizden daha dinciyiz’’ diyerek!
Başa geleceklere yol açmış oluruz ki! İşte bu! Hızla İRANLAŞMAMIZ olur, arkadaşlar! Dedi…
Bu söylenenlere kulak asıp, vatandaş olduğumuzu ve vatandaşlık bilinciyle hareket etmek zorunda olduğumuzu, ben de bir kez daha sizlerle paylaşma gereği duydum…
İngiltere’de kişi başına okunan kitap sayısı 125 iken arkadaşlar; bizde ise sadece 12 kişiye, bir kitap düşmekte! Diyerek okuma özürlülüğümüzü de vurguladılar. Bu her zaman, herkes tarafından dile getirilen bir ayıbımız! Ama her ne hikmetse bu ayıptan kurtulmanın yollarını da bulamıyoruz! Bence bu da, bu konudaki, ikinci önemli ayıbımızdır!
Üstelik dünden beri, bu konudaki sayılar ve adı geçen ülkeler arasında Zileli’nin bize sundukları hakkında, eşimle iki kez, tartışabildik biz…
Sonunda ben, konuşmaları kayda alan bir arkadaş vardı. Ondan rica edeceğim, bir kez daha dinleriz, kim haklı? Kim haksız çıkar ortaya dedim ve konuyu kapattım…
İkimiz de olması gerektiğinden, daha inatçıyız demek ki; kendi doğrumuzu karşımızdakine kabul ettirmeye çalışıyoruz! Sanki bu okuma özürlülüğümüzü hafifletecekmiş gibi üstelik. Bir de aynı çatı altında sadece ikimiz kalmışız artık. Uçup gitmiş, canımızdan öteye can ciğer saydıklarımız! Susmalarımızın varlık nedeni saydıklarımız da…
Daha nesine inatlaşıyorsun, karşında bir muhatabın olmasının kadrini bileceğine; alıp başına taç edeceğine; hala onun üzerinde üstünlük sağlama gayretin, çaban sana ne sağladı ki bugüne kadar? Bundan sonra bana ne sağlayabilir ki bu aşamadan sonra? Gördün mü bak? Ben haklıymışım diyebilmemin, kazancı ne olabilir ki? Her ikimizin de bir ayağı çukurda gerçeğiyle yüz yüzeyken üstelik…
Biz de bu memleketin aydınlarından, okuyanlarından sayarız ya kendimizi! Okuyanlar kısmına gelince, eşime haksızlık edemem; sorumluluklarını unutacak kadar okuyanlardandır kendisi! Unutulanları ben kucakladıkça; o okudu yıllardır! Ben de bunun özveriden öteye, resmen aptallık olduğunu algıladım ne yazık ki! Yakın zamanda! Algılamakla da kalmayıp, birçok sorumluluklarımdan istifalarımı; birer birer sunmaya başladım, sonunda gerekli mercilere…
Salonda çocuklarımın ilkokul öğretmeni Yaşar Özbek ile yan yana oturmuştum. Hocamız gelmeden önce, bir sohbet fırsatıydı bu süreç, biz de öyle yaptık. Laf bir ara benim Büyük Tire isimli yerel gazetedeki yazılarıma geldi.
- Haftalık olarak başladık bu yazılara, şimdi günlük periyotlara döndü; ben bu uğraşa zaman ayırmaktan hoşnudum hocam, dedim!
İlçemizdeki ADD’nin şimdiki başkanı eşi, Buket de kızı. Büyük kızımın da ilkokuldan sınıf arkadaşıydı, bu alışkanlığı kazanması gereken yılları çoooktaaan gerilerde bırakmış olması gereken yaşta yani Buket...
Bana dedi ki:
İki kızımın da ilkokul öğretmenin, bu itirafından, çok memnun oldum. Hoşuma gitti. Şimdi bunu kızlarımla paylaşsam bana:
’’aferin delisi olma!’’ diyecekler ama…
Ben yazar değilim ki, gazeteci hiç değilim! Her gün milyonlarca paylaşımları olanlar, insan beynine girebilme konusunda yarış içindeyse; ben de milyonlarca emekli öğretmenden sadece biriysem. Ve yıllardan beri süregelen beş çayları ve altın günlerinde bu meslektaşlarımla, aynı çizgide, aynı saatte, aynı yerde olamadıysam! Ve bundan sonra da kesinlikle olamayacaksam; onları değilse bile, çocuklarını kendi çizgime çekebilmiş olduğumu, onların ağzından duyduğumda, sevinmenin adı:
‘’nasıl aferin delisi’’
Olmak oluyor, ben bunu da anlamak istemiyorum…
Sayın Zile’li bıçak kemiğe dayandığında, dur demenin isyanları başlayacaktır arkadaşlar dedi ve devam etti. Benim adım da:
- Balyoz darbesinde ifadesine başvurulacak olan 137 kişinin arasında geçmiş, dedi.
Ve ben o salonda alkışı başlatan kişi oldum, o anda…
Adım gibi biliyorum ki; bu alkışa eşlik eden birçok katılımcı, bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu ama alkışa kuvvet katmanın adına, ellerini buluşturdular onlar da…
Tıpkı TBMM’de önde belirlenen arkadaşının eline bakarak, el kaldıran VEKİLLERİMİZ gibi! Bu tespitimi de yabana atmayın, bizzat ilçemize gelen bir milletvekiline aittir bu söz:
‘’Aramızda o günkü konuya göre, önceden kimin eline bakacağımızı ve oylamalarda nasıl elimizi kaldıracağımızı önceden belirliyoruz!’’ demişti bize, yıllar önce, bir vekilimiz, sohbet anında. Aktif siyasetin içinde olduğum dönmelerde…
Sayın Zileli devam etti ve:
- Ya 36’nın içinde olsaydım, o zaman utancımdan insan içine çıkamazdım, dediler! Aslında ben de o anda kendisine:
- O zaman da ben bu salondaki yerimi gene alırdım ama alkışlamak için değil kesinlikle; yu… için tabii, demek isterdim…
Ama bizim konumumuz belliydi, dinleyiciydik. Toplantının sonunda bile sorularımızı yazarak vermemiz istendi, bunun açılımı nedir sizce? Ben bu yöntemi oldum olası sevmem. Çünkü sorun o masaya gider ama ele alınmayabilinir, o gerekçeyle ben masaya soru göndermedim. Ama sözlü olsa bu, o zaman beğenilse de beğenilmese de kulaklardan içeriye girebilmeyi başarmış olursun da! İnan bu da hiçbir işe yaramıyor ki! Kulaktan içeriye giren bilgiler, yerine ulaşsaydı, bu gün birçok şeye, sorun gözüyle bakmak zorunda kalmazdık birçoğumuz. Okuduklarımızı, öğrendiklerimizi bile davranış listemize ekleyemeyenlerdeniz biz!
Bir ara ben kendimi tutamamışım, oturduğum yerde:
- Bize de birer balyoz verilsin, artık! İnanın dayanmak çok zor hale geldi…
Derken buldum kendimi…
Zileli bu çıkışıma:
- İşte bu! Artık bıçağın kemiğe dayandığından; öteye kıtır kıtır doğranmasının göstergesidir! Dediler…
Zileli daha çoook şeyler; dedi de…
Bir de şey dedi:
- Siz o üçlü koalisyonda içeride anayasa kitapçığının fırlatıldığına inandınız mı? Bence öyle bir şey de olmamıştır arkadaşlar. Olayın özü şu; da dedi:
- ABD ile Ecevit arasında aşılması zor bir dönem başladı. O güne kadar Ecevit istenilen, beğenilen bir Başbakandı. İsteklerin ardı arkası bitmek bilmiyordu ve sıra Kıbrıs ile Irak’a gelmişti. Ecevit’in Kıbrıs duyarlılığını bilirsiniz, eee çok da haklı! Irak konusunda da ortaklarından MHP de aynı çizgide durdu Ecevit ile! Ve bu iki önemli konuda, ABD isteklerini kabul ettiremeyeceğini anlayınca; bu üçlü koalisyona! Bizim önümüze de o kitapçık masalı sunuldu! Dediler…
Ben de şimdi bunları yazmaya çalışırken, yiyenlere afiyet olsun! Demek geçti içimden! Buna gelesiye kadar ne çok şeyi yedirmesini başardılar bize oysa değil mi? Onlar da yediler aksırasıya, tıksırasıya kadar! Zehir zıkkım olsun! Götürdüler, kepçeyle, dozerle, yedi sülalelerine yetip de artacak kadar bir de…
Bize de böyle hayali şeyleri yedirerek, başardılar bu kazanımlarını, üstelik…
Ahh! Bence toplantının can alıcı sözü buydu işte! Sayın Zileli, bu konuda da şöyle devam ettiler:
- Anlaşma zeminini bulamayacağını anlayan ABD, Ajan olarak Kemal Dervişi soktu devreye ve rahmetli Ecevit de: ‘’Ben çağırdım onu!’’ diyerek, bunu ört bas etmeye çalıştı yıllarca…
Sevgili ajanımız, yapması gerekenleri yaptı! Üstelik planlarını da hazırlayıp bıraktı ve gitti ki! Ardından uzunca bir süre AKP Hükümeti bile, bu planların uygulayıcısı oldu. Partisi de onu ait olduğu yere geri postaladı; iç ve dış borçlar aldı başını gitti. 500 milyon dolar oldu, ne yazık ki!
(Şu tespiti kullanırken her seferinde, milyon mu? Milyar mı? Diye ikileme düşmüyor muyum? Hayret ediyorum kendime! Ama nete dönüp doğrusunu aramayacağım, bilenler bilmeyenlere söylesin deyip, olduğu halde bırakacağım. Hele bir de duyarlı bir okuyucumun, bunun doğrusunu okuyucu köşesine not olarak yazarsa; herhalde bundan sonra hiç karıştırmam!)
Üstelik sadece yedi yılda bu borçlar; ikiye katlandı arkadaşlar, dedi…
İnanın daha çok güzel şeyler dedi de Sayın Zileli…
Eeee bu da bir blok yazısı olacak sonuçta. Daha uzunu kabak tadı verir herhalde! Güzel şeyler demeye çalışanlara kulak verelim; rantçıların peşine düşüp, biraz da benim payıma düşer belki deyip, yalakacıları, şakşakçıları olmaktan sakınalım en azından…
Bu ülkeyi bize emanet eden ATALARIMIZA ödeyecek; çoook borcumuz var! Değil mi? Bir tuğla bırakma gücümüz yoksa bile; bari ihanet edenlerden olmama gururunu yaşayanlardan olalım! Altında ezileceğimiz, başımızı öne eğecek anılarımız olmasın, hiç olmazsa! Bunlar kendimizi insan olmanın gururunu yaşatmaya yeter de artar bize inanın…
Saygılarımla, hoşça kalın…
2 yorum:
Hızla İRANLAŞMA!
Ürkütücü bir deyim ama sanırım İRANLILAR da;başlarına gelene kadar, olmayacak gibi bakıyorlardı bu duruma!
Biz bu CUMHURİYETİ Emperyalizme karşı savaş vererek kurduk!
Bundan böyle, bu güzel kazanımımızdan dolayı geri adım atacağımızı sananlar; hüsrana uğrayacaktır!
Saygılarımlaaaa:)
Kediye de mi içirdiniz?
Kızlarım da köpeğimize yapmıştı aynı kıyağı bir zamanlar:)
BIZDIK çok sevmiştiii çoook....
Selamınızı Zileliye ilettim, sizi tanıdı yaaaa:)
Onun da size iletmemi istediği selamı üstümde kalmasın!... Devamını Gör
Güvercin muamelesi yapmaya başladınız bak bana, ayağıma takılan hal hallarla bilmediğim yerelere uçmaya kalkacağım, şu emekli halimle bir de kaybolacağım bu giidişle.
Kaybolmak, benim rüyalarımın klasiklerindendir, sahi bir anlamı var mıdır? Barış Bey...
Yorum Gönder