10.11.2009

İYİ Kİ UYANABİLDİM!


Saat 08.32 ve ben uyanabildiğime çok ama çok sevindim. Yoksa rüyasında ilk kalp krizi geçiren kadın olarak gazetelerin üçüncü sayfasına haber olacaktım belki de! ‘’Abartmayın! Uyanmış olmak için çok da erken bir saat değil ki!’’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Beni tanımadığınıza sayıyorum bunu. Güne başlama saati için erken sayılmaz ama emekliliğimde benim uyku rotam bir hayli değişkenlik gösterir oldu. Geceleri ‘’hacı yatmaz’’ oluyorum adeta! Doğal olarak da sabahları kalkamayan bir kadın olmak, kaçınılmaz bir hal aldı ne yazık ki!
Bu zaman diliminin 05.00- 16.00 veya 06.00- 17.00 aralığına denk geldiği de oluyor bazen. Hal böyle olunca; biraz önce uyanabilmiş olmaktan dolayı neden bu kadar sevindiğimi belgelemek gerekiyormuş gibi ilk defa yüzümü yıkamadan, kalkar kalkmaz kendimi bilgisayarın başında buldum.
Bugün 10 Kasım! Rüyamı yazmaktan kendimi alamamıştım ki bir mail geldi.
Şule Türel imzalı anlamlı bir şiir, şahane resimle birlikte dizayn edilmişti. Bir de sarı zeybek videosu vardı mailde. Mail imzası Gençlik olarak yazılmıştı…
Böylesine güzel bir resim karesi karşısında anlatacağım rüyamdan dolayı utandım. Ama anlatmak için oturmuşken geri adım atmayacağım. İlk kez gözümü açar açmaz rüyamı yazma gereği duydum çünkü. Zaten çoğunlukla unuturum. Nasıl oldu bilemiyorum, bu kez her anıyla aklımda kaldı.
Hafiften uyanır gibi olduğumda, altından kalamayacağım bir sorumluluğun altında eziliyordum. Uyanırsam birçok kişinin hayatını tehlikeye atacak duygusuyla, direksiyona sıkı sıkıya sarılmıştım. O otobüsü mutlaka ilçeme kadar götürmek zorunda hissediyordum kendimi. Bir anda ayağım suya erdi ve ben:
- Ay senin otobüsün mü var ya!
Derken buldum kendimi…
Evet bir otobüsüm yoktu ama ben o anda hınca hınç yolcu dolan otobüsü kullanan kişiydim. Ve yolu bilmediğimi söylememe rağmen insanlar otobüse doluştu ve çok ama çok rahattılar. Hiçbir şeye aldırdıkları yoktu, sohbet temaşa gırla gidiyordu. Koltuğu bir türlü ayarlayamadım, daracık yollardan koca otobüsü nasıl oldu bilemiyorum götürüyordum. Yollar dar, ortalık birden kalabalıklaşınca, kaldırımlar kimin için yapılmış anlayamadım. Ben yoldaydım, otobüsü kullanıyordum ama yayalar da yoldaydı! Taksiden kalma bir alışkanlık, fren yapmam gerektiğinin farkına vardım ama! O da ne? Ayaklarım freni bulamıyor, hızımı azaltmayla anı kurtardım. Yanımdaki gence:
- Oğlum baksana bunun freni nerede? Yollar yayaların mı? Bizim mi anlayamadım? Dedim de genç bana:
- Ben sorumluluk almak istemem; kaptan sensin! dedi…
Peki ben niye bu rüya âleminde hiç bilmediğim halde kendimi koca otobüsün kaptan koltuğunda buldum? Yola çıkarken inanın hiç öyle bir niyetim yoktu. Katlığımdan beri aç karnımla, yüzümü henüz yıkamamışken, kaçıncısı olduğunu sayamadım ama durmadan sigara yakıyorum. Son anda olası bir yol kazasını atlatabilmiş olmama rağmen demek ki ben, rüyamın etkisinden kurtaramadım kendimi. Olmamış bir kaza için bu kadar endişe duyup, tedirginlik, bence de hoş bir durum sayılmaz ya! Nerden geldi bu otobüs, nasıl bu kadar yolcusu bir anda oluşuverdi? Evet, çok şükür ortada bir kaza falan yok ama olsaydı sorumlusu ben olacaktım, değil mi?
Ben aslında evde olmaktan canı sıkıldığını gördüğüm kızım için çıkmıştım yola. Gerçek hayatta kullanmaktan korktuğum, satmaya da kıyamadığım, köy öğretmenliğimin gidiş gelişlerinde yıllarca çektiğim ulaşım sorunuma çözüm olsun diyerek! Sırtımı aile reisine dayayarak, maaşımı üç yıl neredeyse hiç harcamayarak dolara ve marka yatırarak aldığım düldülü, dün gece yatmazdan önce, yarın şu düldülü açayım, durduğu yerde aküsü bitecek, gene Mehmet Ustaya telefon edip yok yere bir sürü para vereceksin diye aklımdan geçirmiştim gerçi ama...
Rüyamda kızımla bir dağ restorantına gitmek için çıkmıştık yola. Yolda canı sıkıldığı her halinden belli olan bir tanıdığa rastladım. Nereye gittiğimizi paylaşıp kendisiyle, isterse bizimle gelebileceğini teklif ettim. Hemen kabul etti, anında peşine üç kişi de o taktı, bir şey diyemedim. Kısa bir süre sonra bize katılan üç kişinin her biri, üçer kişiyi daha yanına alınca, benim düldüle sığamazdık. Dolmuşum yok aslında gerçek hayatta ama ben o anda:
- Tamam neden olmasın da araç değiştirmemiz gerekecek, şu çıkan aracın yerine taksiyi park edelim. Bir sokak ötedeki dolmuşla gidelim. Daha iyi olur...
Demekle kalmayıp. Yeni sayımıza göre alışveriş listesini artırdım. Biz de canımız sıkıldığı için evden çıkmıştık ya. Kalabalık ve genç bir grubun bize katılmasıyla gecenin daha güzel geçeceğine kendimi inandırmanın ötesinde, sevinmiştim bile. O da ne? Masa kalabalıklaştıkça biz yanına bir masa daha ekletiyoruz. Neredeyse restorandı kapatan müşteri konumuna doğru yol almaya başladık. Herkes çok neşeliydi dönüş zamanı çoktan gelip çatmıştı da birbirimizi o kadar çabuk benimsemiştik ki! Anca beraber, kanca beraber ruhuyla dolmuşla inemeyeceğimizi anladık ve otobüsle inmeye karar verdik.
Gıcır gıcır bir otobüse doluştu hepsi. Yola iki kişi ve taksiyle çıkmıştık biz. Şoför bendim. Taksi bizi almayınca meğer benim bir de dolmuşum varmış onu da rüyamda öğrenmiştim ya elimle koyduğum gibi bulup, anahtarını da cebimden çıkarıp, çok rahat kullanmıştım. Otobüs konusu tam bir muallâk, nerden geldi? O gıcır gıcır otobüsü biz nasıl bulduk da kaptanlığını, yola çıkarken taksiyi kullanan kişi olduğum için bana niye verdiler? Hiç bilmiyorum, çok iyi bildiğim bir şey varsa; görev yüklemede üstümüze yok; toplum olarak bu konuda bir numarayız!
Bilmiyorum demek de kar etmiyormuş bazen! İlçede ilk ehliyet alan kadın değil misin sen? Dolmuş kullanıyorsan ne var canım? Onun birkaç kat büyüğü bu da yaklaşımıyla! Kendini, geleceğini hiçe sayarak; o koca otobüse, beni kaptan yapan o kalabalık, beni dün gece mahvetti! En sonunda ben yol ortasında uygun bir yere park edip, herkes baksın başının çaresine kararlığının altında eziliyordum ki:
- Ay senin otobüsün mü var ayol!
Deyip uyanabildim! Rüyamı yazma gayreti içindeyken ben, o anda gelen maildeki sözsüz Sarı Zeybek müziğine dalmış gitmişim! Emeği geçen tüm duyarlı, güzel insanlara selam olsun…

Hiç yorum yok: