1.12.2009

Hangi 24 Saat?

Hepimizin her gün sahip olduğu bir 24 saati vardır. Her birimiz bulunduğumuz ortamlarda bunu istediğimiz gibi tüketme hakkına sahibiz dersem; realist bir yaklaşım göstermemiş olurum değil mi?
Çocukluk döneminde günümüzü değerlendirmemiz; ebeveynlerimizin sahip olduğu değerlere, maddi olanaklarına ve de hayata bakış açılarıyla, bir de onların gelecekten beklentileriyle doğru orantılı, bir zaman tüketimine sahip olabiliyoruz ancak. Sosyo ekonomik durumumuzun önemini de yadsıyamayız. Her konuda, en önemli belirleyici bir etkendir o, her zaman ne yazık ki! Günlük 24 saat, hepimizin payına eşit olarak düşer de; sosyo ekonomik konumumuz ise tıpkı bir elin beş parmağı gibidir maalesef...
İlkokul öğretmenimizin etkisi ve önemi ise tartışma götürmeyecek kadar büyük olsa gerek! Çok zor bir sorumluluk! Bu konuda kendini şanslı görenler olduğu gibi hayatının en önemli çağında, ilkokul öğretmeni olarak karşısına çıkan yetişkin yüzünden; üstelik eğitim adına bir araya gelmiş olmayı, çok büyük şansızlık olarak niteleyenler de var! Böyle düşünüyor olmalarından dolayı da yerden göğe kadar haklı olmalarına rağmen, haksızlıklara maruz kalan ve bedel ödeyenler de, onlar oluyor ne yazık ki!
Herkesin, herkes tarafından sevilip, sayılmasını bekleyemeyiz tabii ki ama bu yıldızının barışmadığı ve anlaşamadığı kişi, hele de bir çocuğun ilkokul öğretmeni ise çocuk için bu durum, şansızlık ötesi bir faciadır! Bunun vebali de kesinlikle öğretmene aittir!
Bu şansızlığının telafisini sağlayabilecek ebeveynlerden de yoksunsa çocuk! Çocukluk yıllarının ötesinde, gençlik ve sonraki yıllarına da sıçrar bu şansızlığının getireceği olumsuzluklar. Bunca haksız paylaşımlara sahip olmak çocuklar için ne kötü bir durum değil mi? Çünkü hiç bir konuda, seçme şansı olmayandır o!
Hepimizin çevresinde; sırf öğretmenini sevmediği için başarısız olan ve de öğrenme yetisi ve becerisini donduran; zamanını da yaşının gerektirdiğinin aksine şeylere harcayan, tüketen çocuklar olmuştur. Ne yazık ki bundan sonra da olacaktır...
Yetişkinlik dönemimizde ise zamanımızı tüketmedeki önceliklerimizi de sorumluluklarımız ve cinsiyetimiz belirliyor! Biraz önce bir arkadaşımdan gelen bir mailde yer alan metin, buna çok güzel bir örnek olacak türden, bunu aynen paylaşayım sizinle de:
BEN
> YATIYORUM...
>
> Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı.
>
Annem: ‘’Geç oldu, zaten yorgunum, ben yatıyorum’’ dedi.
>
> Annem kalktı, mutfağa gitti.
>
> Çerez- meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı.
>
> Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu.
>
> Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi.
>
> Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.
>
> Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.
>
> Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.
>
> Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar
> doldurdu.
>
> Banyodaki çöp sepetini boşalttı.
>
> Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.
>
> Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti. Çiçekleri suladı.
>
> Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.
>
> Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul
> gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını
> aldı, masanın üstüne koydu.
>
> Kek tarifleri defterini çıkardı, arkadaşına söz verdiği tarifi bir kâğıda yazdı, çantasına koydu.
>
> Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu.
>
> Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı, dişlerini
> fırçaladı.
>
> Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.
>
> Tırnaklarına baktı, törpüledi.
>
> İçeriden: ‘’Sen yatmaya gitmemiş miydin?’’ diye seslenen babama:
‘’şimdi gidiyorum’’ deyip köpeğin su kabını doldurdu.
>
> Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı.
>
> Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş, lambasını söndürdü, bilgisayarını
> kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.
>
> Bana geldi: ‘’Haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın’’ dedi.
>
> Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı.
>
> 6 maddelik acil işler listesine, 3 madde daha ekledi.
>
> Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne
> getirdi.
> İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir: ‘’ben yatıyorum’’
> dedi ve gitti yattı.
> Sizce de bu işte, bir gariplik yok mu?
Bu garipliğin adına da analık ve kadınlık içgüdüsü diyenler oluyor. Daha mantıklı bir açıklamanız varsa, siz bunun adını farklı koyabilirsiniz...
Sıraya koymaktan bile yorgun düştüğümüz sorumluluklar, yaşla ters orantılıymış meğerse. Çocuklar önce eğitim, ardından da iş ve eş gerekçesiyle yuvadan uçunca; otuz yıl aralıksız beni çok yoran ve bana hiç bitiremeyecekmişim gibi gelen işler silsilesinin de hayatımdaki yeri ve önemi değişime uğradı! Önceliklerim farklılaştı.
Ben kendimi bildim bileli yazmayı severim. Hele de üçüncü kişilerle paylaşmanın faydadan çok zarar getireceğine inandığım durumları, yıllarca yazarak, gelişi güzel bir yerlere bırakarak, rahatlamayı tercih etmişimdir. Toplumsal içerikli olanlarını gazetelere gönderdiğim de oluyordu. Yayınlanınca duyduğum hazzı anlatabilmek zor olsa gerek! Bu çok hoşuma gidiyordu.
Farklı yıllarda, Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmış üç yazım da oldu. Yeri geldiğinde bunları da sizinle paylaşmak istiyorum. Yıllar önce yazılanların, maalesef yıllar sonra da geçerliliğini koruyan bir ortamda yaşıyoruz ya biz! Bunların hükmü kalmadı diyebilseydik keşke; birçok şey için ama kaplumbağa hızıyla ilerlemenin ötesinde biz! Bir ileri, iki geri tempomuzla, birçok konuda yerimizde bile sayamaz olduk ne yazık ki...
2007’de bu tutkum, geceyle gündüz kavramımı altüst edecek boyuta vardı, aralıksız iki ay sürdü. Ben henüz uyuyamamışken, sabah ezanlarının okunduğu günler çok olmuştu bu süreçte. Ayaklarımın uyuştuğu oluyordu da kendimi hiç yorgun hissetmiyordum. Sanki bir an önce yazmazsam, belleğimdekiler silinip gidecekmiş telaşı içindeydim ve bu tatlı telaş nedendir bilemiyorum, beni çok mutlu ediyordu! Bana da sayfaları kabarık bir dosya olarak geri döndü iki ayın sonunda. Paylaştığım yakınlarım bunu çok sevdi ve: ‘’Bu harika bir kitap olmuş!’’ dediler...
Yıllarca bende saklıydılar, iki yıl önce de sanal bir dosyaya taşındılar. Ben şimdi bu emeğimi içeren dosyamı, her gün yayınlamak şartıyla, yaklaşık 150 günü kapsayacak olan bir yazı dizisi halinde, Büyük Tire Gazetesinde bir kitap tefrikası olarak, sizlerle paylaşmak istiyorum. Yakınlarımın ötesinde, üçüncü kişiler olarak sizlerin değerlendirmesini önemseyenlerdenim!

Hiç yorum yok: