MERHABA! HOŞGELDİNİZ:)))
http://www.facebook.com/profile.php?id=100000484844291 http://twitter.com/@Nurbeyan09
SİTEME KONUK OLDUĞUNUZ İÇİN SAĞOLUN! SEVGİLERİMLE...
http://www.yayinlist.com/kanallar/acikradyo.aspx http://www.radyosol.org/
16.12.2010
Anayasayı '' TANGIR TUNGUR'' Edenler... Sakıncalı Piyade - UĞUR MUMCU!
ANAYASAYI
‘’TANGUR EDENLER’’
EDENLER…
SAKINCALI PİYADE – UĞUR MUMCU
Sayfa 34-35-36-37-38 okudukça, yüreğinize hüzün çökse de; kendinizi gülmekten alamayacağınız tespitler…
Askeri savcılar içinde en çok ölüm cezası isteyen kimdi acaba? İstanbul Sıkı Yönetim Savcısı Albay Selahattin Fırat mı? Yarbay Naci gür mü? Yoksa Ankara Sıkıyönetim Savcısı Albay Keramettin Çelebi mi? Selahattin Fırat İstanbul’da ‘’83 deniz subayı’’ davasında seksen üç idam istemişti. Ne demişler, isteyenin bir yüzü kara!
Seksen üç deniz subayının, ölüm cezalarına çarptırılmaları isteniyordu ama mahkeme savcının bu aritmetik hesabını yerinde görmeyerek, sanıkların beraatına karar vermişti. Ölüm cezası nerde, beraat nerede…
Memleketimizde ve özelikle Sıkıyönetimimizde o günlerde düşünce özgürlüğü vardı. Her savcı istediği kadar kişinin ölüm cezasına çarptırılmasını isteyebilirdi. Bu bakımdan düşünce özgürlüğü, tam anlamıyla yürürlükteydi.
Ankara 1 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, çok sayıda ölüm cezası veren mahkemelerin başında yer alıyordu. Denilebilinir ki hiçbir Askeri Mahkeme bu kadar sayıda ölüm cezası vermemiştir.
Bu sanıklar hem Ankara, hem de İstanbul Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanıyorlardı. Dev-Genç Başkanlarından Atilla Sarp ile Genel Sekreterlerinden Ruhi Koç’un, her iki Sıkıyönetim Mahkemesinde de idamları isteniyordu. Her zaman güleç yüzlü olan Ruhi Koç, işi alaya vuruyordu:
- Ankara’da, İstanbul’da da idamımız isteniyor, Herhalde Eskişehir’de asarlar…
Bol idamlı davalardan biri Ankara 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde karar bağlanan ‘’Dr. Uğur Celasun ve arkadaşlarının’’ davasıydı. Savcı Yargıç Yüzbaşı Ali Hüner, dört sanığın ölüm cezasına çarptırılmasını istiyordu. Bu sanıkların adları şöyleydi: Uğur Celasun, Hakan Tekinalp, Caner Güçal, Timur Ertekin, Selçuk Eralp…
Mahkeme kurulunda, Yargıç Albay Sadettin Üçüncüoğlu, Yargıç Binbaşı Siret Kurtcebe ve mahkeme başkanı olarak da Albay remzi Siretli bulunmaktaydı. Mahkeme kararını verdi: Sanıklardan Hakan Tekinalp, Caner Güçal, Selçuk Eralp ve Timur Ertekin ölüm cezasına çarptırıldılar.
Fakat ne çare o sıralar, Af Yasası çıkmıştı. Ölüm cezaları, büyük bir üzüntü içinde, yaşam boyu hapis cezasına çevrildi.
Karar Askeri Yargıtay’da incelendi.
Askeri Yargıtay Dördüncü Dairesi, sanıkların beraat etmeleri gerektiği düşüncesiyle, mahkemenin kararını temel bozdu.
Mahkeme karar karşı direndi.
Dosya, Askeri Yargıtay Daireler kurulunca ele alındı. Son karar göre, sanıklardan Hakan Tekinalp ile Timur Ertekin haklarında herhangi bir suçtan mahkûmiyetlerini gerektirir hiçbir kanıt yoktur. Sanıkların beraat etmeleri gerekirdi. Öteki sanıkların suçları da mahkeme kararında değinildiği gibi değildi.
1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi, dört genci ölüm cezasına çarptırırken neye dayanıyordu? Herhalde mahkemenin dayandığı bazı gerekçeler vardı.
İşte benim anlatmak istediğim de bu.
Mahkeme, dört genci ölüm cezasına çarptırırken, işkence konusunda çok önemli bir anlayış geliştiriyordu. Eğer, mahkemenin kararı, Askeri Yargıtayca temelinden bozulmamış olsaydı, bu görül Türk ve dünya hukuk anlayışını kökünden değiştirecekti.
Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinin 74/1 easa ve 72/2 sayısı ile kayıtlı kararının 32. sayfasını, izninizle şöyle bir aralayalım:
‘’… İşkence şu hallerde önem kazanır: İşkence ile gerçeğe aykırı bilgi elde etmek, baskı ile gerçeğe uygun bilgi elde etmek veya eldeki deliller karşısında gerçeği ifade etmek mecburiyetinde kalmak…’’
İşkence konusunda, mahkeme olasılıkları sıralamaktadır. Sanıklar, kendilerine işkence yapıldığını ileri sürerek, haklarındaki suçlamalara dayanak olan ifadelerini reddetmektedirler.
Mahkeme bunun yanıtını veriyor.
32. sayfadan 34. sayfaya geçelim ve okuyalım:
‘’… Şu halde iddia edildiği gibi, işkence yapılmış ise gerçeğe aykırı bilgi elde edilmemiş, gerçeğe uygun bilgi edilmiştir’’
Şimdi kendinizi sıkı tutun.
‘’… Çünkü hakikati ortaya çıkarmak için suç işlemek başka, ortaya çıkan hakikat başkadır…’’
Yani?
Yanisi şu: İşkence doğruyu söyletmişse yararlıdır, gereklidir. Mahkeme gerçeği arar. Gerçek çeşitli yollardan bulunur. Gerçek işkenceyle de bulunabilir…
Mahkeme bu kanıda olduğu için dört genci ölüm cezasına çarptırmıştır. Askeri Yargıtay, işkence yoluyla alınan sorguları geçerli saymamış, kararı temelinden bozmuştu.
Ya bozmasaydı?
Karar iyi ki bozuldu. Yoksa bu dört genç, şimdi Niğde Cezaevinde ömürlerini törpüleyip duracaklardı. Bir de Af Yasası çıkmasaydı, düşünebiliyor musunuz, bu dört genç birer birer darağacına çekilecekti.
Küçüklüğümde aklım mahkeme kararlarına takılırdı. Savcı, hukukçu, yargıç, avukat hukukçu… Nasıl olur da aynı konuyu ayrı ayrı görürlerdi? Kendim hukukçu olunca bunun yanıtını aşağı yukarı saptayabildim. Fakat böylesine yine de aklım ermiyor: Savcının ölüm cezası istediği bir sanığı, yargıç beraat ettiriyor. Suç siyasal nitelikte ise, nedir bunun mantığında yatan hukuk mantığı?
Bu soruyu sordunuz mu hep yanlış yanıt alırsınız. Çünkü bu bir hukuk sorunu değildir. Soru yanlış sorulmuştur. Bu gibi sorunların temelinde siyasi gerçekler yatıyor. Bununda kökeninde sınıfsal nedenler…
Bakıyorsunuz bir dönemde, hiçbir sanık hakkında siyasal nitelikte dava açılmıyor. Dönem değişiyor, bakıyorsunuz cezaevleri siyasi tutuklularla dolmuş… Bunu hukuk kurallarıyla açıklayabilir misiniz? Açıklayamazsınız…
Öyleyse olağanüstü dönemlerin yargısal kararlarını, salt hukukun biçimsel kurallarıyla ölçüp tartamazsınız. Çünkü terazinin bir kefesinde siyasal nedenler yerleşmiştir. Ağırlıklar değişmiş, ölçüler değişmiştir…
Bu ölüm cezaları neye dayanılarak veriliyordu? Ceza Yasasının yüz kırk altıncı maddesine… Nedir bu yüz kırk altıncı madde? Anayasayı silah yoluyla değiştirmek…
Yani yasadaki tanımla, Anayasayı ‘’ tağyir, tebdil ve ilga’’ etmek…
Cezaevinde özellikle köylü sanıkların, yasanın bu sözlerine hiç dilleri dönmezdi. Bu maddeden tutuklanıp, cezaevine atılanlar, içeride önüne gelene sorarlardı:
- Anayasayı tangur tungur etmişiz, bastılar sopayı, nedir bunu cezası?
Bizler de anlatırdık, Anayasanın nasıl ‘’ tangır, tungur’’ edildiğini…
Bir gün Güney illerimizin birinden, Şeho Bildik adlı bir köylü yurttaşımızı getirip, tutuklamışlardı. Şeho Bildik’in suçu, devrimci öğrencilere yataklık etmekti. Mahkemeye çıkınca yargıç sormuş:
- Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga ettin mi?
- Efendim?
- Oğlum, yani savcı diyor ki! Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga etmişsin! Ne diyorsun?
- O dediğinizden hiç yapmadım komutanım…
Yargıç dayanamayıp suçun niteliğini açıklamış:
- Oğlum, Anayasayı ihlal ettin mi?
Yanıt şöyle gelmiş:
- Efendim biz köylüyüz! Ne anlarız Anayasadan? İhlal edilmişse şehirliler etmiştir…
Anayasayı köylü yurttaşımız Şeho Bildik’in dediği gibi, şehirliler mi çiğnemiştir, bilinmez? Fakat böylesine cömertçe ölüm cezalarının verildiği bir dönemde, Anayasa sıkıyönetim gölgesinde ve silah yoluyla ‘’ tağyir, tebdil ve ilga’’ ediliyordu da, dışarıda birkaç yurt sever dışında kimsenin sesi çıkmıyordu…
Bir mahkemenin ölüm cezasına çarptırdığı bir siyasal suç sanığını, bir başka mahkeme beraat ettirirse, ne olur?
Ne olacak? Ölüm cezası veren yargıç, yükselir, yükselir! Genelkurmay Mahkemesine yargıç olur…
Şeho Bildik haklı değil mi?
- Efendim biz köylüyüz, ne anlarız Anayasa’dan, ihlal edilmişse, şehirliler etmiştir…
Yürüyüş yaptın, Anayasa’yı ihlal…
Ev tuttun Anayasa’yı ihlal…
Evinde ‘’yasaklanmış sol yayın bulundu’’ Anayasa’yı ihlal…
Silahsız eylem, Anayasa’yı ihlal…
Tıksırdın, Anayasa’yı ihlal…
Hapşırdın, Anayasa’yı ihlal…
İşte böyle ölüm cezaları verilirken, Anayasa herkesin gözleri önünde, ‘’ tağyir, tebdil ve ilga’’ ediliveriyordu…
Şeho Bildik haklı değil mi?
Köylüler ne anlar Anayasa’yı ihlalden!
Şu şehirliler yok mu?
Anayasa’yı ‘’ tangur tungur’’ edenler, hep bunlar!
SEVGİLERİMLE…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
... Cezaevinde özellikle köylü sanıkların, yasanın bu sözlerine hiç dilleri dönmezdi. Bu maddeden tutuklanıp, cezaevine atılanlar, içeride önüne gelene sorarlardı:
- Anayasayı tangur tungur etmişiz, bastılar sopayı, nedir bunu cezası?
Bizler de anlatırdık, Anayasanın nasıl ‘’ tangır, tungur’’ edildiğini…
Bir gün Güney illerimizin birinden, Şeho Bildik adlı bir köylü yurttaşımızı getirip, tutuklamışlardı. Şeho Bildik’in suçu, devrimci öğrencilere yataklık etmekti. Mahkemeye çıkınca yargıç sormuş:
- Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga ettin mi?
- Efendim?
- Oğlum, yani savcı diyor ki! Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga etmişsin! Ne diyorsun?
- O dediğinizden hiç yapmadım komutanım…
Yargıç dayanamayıp suçun niteliğini açıklamış:
- Oğlum, Anayasayı ihlal ettin mi?
Yanıt şöyle gelmiş:
- Efendim biz köylüyüz! Ne anlarız Anayasadan? İhlal edilmişse şehirliler etmiştir…
SİZCE???????????
Yorum Gönder