24.01.2010

25.01.2010 ile 30.01.2010 Tarihleri Arasında Yayınlanan, Aziz Nesin'e Mektuplar Bölümü


25.01.2010
- Her şey yolunda gidiyor bu aralarda. Telefonumu, evimi biliyorsun. Sen yaşıtlarınla zaman geçir. Başın sıkışırsa hiç düşünmeden gece yarısı bile olsa zilimi çalabilirsin. Canın aile ortamında vakit geçirmek isterse gel, birlikte ev yemekleri yapalım, yiyelim. Seni kızım sayıp, sevdiğimi biliyorsun, ben her zaman buradayım. İstediğin zaman arayabilirsin deyip, ayrılmıştık bir gün. Ondan sonra uzunca bir süre hiç haber alamadım. Sene sonu geldi çocuklar evlerine dağıldı.
İyi bir düzen tutturmuştu. İkinci yıl da aynı düzen devam etti. Ben bazen kek yapıp, zillerini çalıyordum. Ev arkadaşı da olduğu için içeriye girmeden:
- Akşam gezintisine çıkmıştım, gündüzden de bunu sizin için yapmıştım, geçerken vereyim istedim, hadi hoşça kalın! İyi çalışmalar çocuklar deyip, ayrılıyordum.
Amacım, ben buradayım. Başın sıkışırsa gelebileceğin bir tanıdığın var bu ilçede; güvencesini hissettirmekten başka bir şey değildi. Artık para istemiyor ama aramıyordu da! Sıkıntısı olmasın da araması önemli değil diyordum bende.
2004 Yılında kıyasıya yerel seçim çalışmalarının olduğu günlerindeydik, eşim:
- Öğlen arası zili çalayım, sinemanın açılışına birlikte gidelim. Yarın orada izlemeye değer gövde gösterileri olur, demişti akşamdan.
Ertesi gün, hazırlandım zilin çalmasını bekliyordum. Telefon çaldı. Eşim mazeretini haber verip, gelemeyeceğini bildirdi. Sinemanın açılışına gidip, gitmemekte tereddüt yaşadım kısa bir an. Sinemanın açılışıyla pirim yapmayı planlayan arkadaşla 1999’da rakip konumundaydık, yerel seçimlerde! Bizim partililer, bir önceki seçim sürecinde beni öne sürüp, O arkadaşa destek vermenin ötesinde, alenen konvoylarında boy gösterip, benim için de:
- O kadına biz bile oy vermeyeceğiz…
Deyip, beni bir hayli zor durumda bırakmışlardı! Şimdi o insanlarla aynı çalışmaların yapıldığı bir ortamda, bulunmak zor oluyordu. Geçmişi kapatmış gibi görünüp, beyninden o sayfaları silememek…
Oysa kazanma şansımın hiç olmadığını bilerek, son anda, son dakikada, İlçe Teşkilatındaki Eğitim Sekreterliği sorumluluğumdan istifa edip; belediye başkan aday adaylığımı açıklamıştım. İlerleyen günlerde zaten ikinci bir aday adayı da olmamıştı. Olsa kesin ben hemen onun yanında saf tutup, aday adaylığından çekileceğim de! Kazanma şansının olmadığı noktalarda; Mehmetler, böyle sorumlulukların altına imza atıp, ben de varım demezlerdi ki! Yıllarca işleyen uygulamalar, hep böyle olagelmişti bizim ilçemizde!
Asıl acı olan, kazanma şansı olsaydı. Çoooookkk uzakta da olsa kazanma adına tünelin ucunda ufacık bir yeşil ışık görülebilseydi. Bu ortamda, ben de aday olmak istiyorum deseydim, bu talebime verilecek yanıtları, çok iyi bilenlerdenim! O ortamda, bir kadın adaya, bu sorumluluk, kesinlikle verilmezdi, Mehmetlerden sıra kesinlikle Eliflere gelemezdi böyle ortamlarda! Tünelin sonunda yanan yeşil ışık, tüm planları alt üst etmeye yeterdi!
İleride mektuplarımda sizinle, siyasette katkı koymaya çalışırken yaşadığım, unutulması mümkün olmayan, anılarımı da paylaşırım belki! Bu süreçte, hayal bile etmem mümkün olmayan, ne çok şeyleri de öğrendiğimi itiraf ederek! O konulara girdiğimde içinden çıkması, çok çetrefelli olayları, paylaşmanın da çok zor olacağını düşünüyorum. Nurbeyan’ın eğitim sürecini anlatmaya çalışırken; söz hiç anımsamak bile istemediğim konulara nasıl geldi, anlayamadım! Çok kısa, ilginç olan bir iki not düşerek, sizinle paylaşmaya çalışayım. Bilinçaltımın derinliklerine, hapsettiğim anılarımı, toparlayabilir miyim? Bilemiyorum…
* Seçim arenasına girilmiş…
* Partimiz adına, belediye başkanlığına aday birini bulamıyoruz…
* Son anda bir kadın, sırf partili olmanın adına, durum analizi yaparak, kazanma umuduyla değil, partili olmanın gereği saydığı için bu ağır ama çok onurlu saydığı; yönetimdeki arkadaşlarının bu konudaki önerilerine sıcak bakıp, sorumluluğu kabul ettiğini, genişletilmiş bir toplantıda partilileriyle paylaşmış olsun…
* Toplantı bitiminde, kapıdan çıkarken siyasi akrabalarım diye gördüğü insanlar “Rahatladım be! Sonunda bir kurbanlık koyun, bulduk“ desin ve bunlar hemen ona duyurulsun…
* Durum analizi yaptığını düşünen kadın aday; yalnız hepinizin bildiği fakat benim tekrar sizinle paylaşmak zorunda olduğum bir iki durum var! Bu sorumluluğu, çocuklarıma bırakabileceğim bir miras olarak, kabul ediyorum ancak benim ilçede hiç akrabam yok! Bu işler için düşünmeden harcayabileceğim, maddi gücümün olmadığını da işin başındayken söyleme gereği duydum! Desin.
* Biz varız! Diyenlerin her biri var olması gereken günlerde, çil yavrusu gibi dağıldıklarında, ara ki bulasın!
* Çil yavrusu gibi kaçmakla kalmayıp, kendi adaylarının aleyhinde konuşarak, O’nu yıldırma politikası uygulayıp, bir de pasivize etmeye çalışsınlar… * Ne adına?
* Olası kaçınılmaz başarısızlığı:
“Adayımız çalışmadı ki!“
* Sonucuna bağlayabilmek için…
* Aday çoğu zaman tek başına…
* Seçimin yaklaştığı günlerde de beş altı kadın partili arkadaşı ve on, on beş kadar partili gençlerle gece gündüz, ses düzeni yerleştirilen bir dolmuşla, çalışmalarına son ana kadar devam etsin…
* Karalılıkla, karşı olma, yok sayma, geri adım attırma çabaları son hızla devam ederken…

“Biz bile o kadına oy vermeyeceğiz!“ diyenlere…
Çevreden, saf ve temiz vatandaşlardan:
- Partiliyim diye yıllardır ortalıkta, dolanıp, duruyorsunuz ama helal olsun O kadına! Gerekirse tek başına, sokak sokak, ev ev, bıkmadan usanmadan, gece gündüz, dolaşıp duruyor! Hiç biriniz O’nun eline su bile dökemezsiniz! Sandıktan kim çıkarsa çıksın. Hoca Hanım, ilçede seçimi çoktaaaan kazanmış, durumda desinler!
Herkes, her şeyin farkında ve sizi kınıyorlar! Sürdünüz ortaya adayımız diye kadını, şimdi de yapayalnız bıraktınız, desinler…
* Tespitlerinin yüzlerine karşı yapılması!
Her birini çileden çıkarmanın ötesinde, adaylarına karşı, zaten var olan husumetliklerini de artırmaya yönlendiriyordu onları, Sayın NESİN! Bu da seçim öncesindeki süreci daha çetin ve zor noktalara taşımaya yetiyordu…
Mektubumun asıl kahramanı Nurbeyan’nın durumuna gelecek olursam; ikinci yılın ikinci döneminde Nurbeyan sil baştan; ilk günde yaşadığı ruh haline geri dönüp:
- Vermiycen mi? Sen bir yol parası noktasına gelmişti! Sıra onları yazmaya doğru gidince; sinema açılışıyla denk geldi. Araya biraz siyasi notlar, bırakmaya yönlendirdi beni. Her ne kadar en başında:
- Çok kısa not düşeyim, dediysem de sözümü tutamadığımı görmüş oldum!
Tüm bu yaşanmışlıklardan sonra hepsini yok sayıp, adı geçenlerle karşılaştığımda; medenice selamlaşıp, geçmişi unutup, o anı konuşabilmekte, bazılarıyla da aynı alanda, aynı amaçla yan yana durup, birbirimizi yok saydığımız da oluyordu. Her iki durumda, oldum olası hep zorlanmışımdır! Çünkü onları siyasi akrabam olarak kabul etmiştim. Yıldızlarımız hiç barışmasa da salonlarda, meydanlarda birbirimizi çok sevdiğimiz için değil, ortak kimliklerimiz adına, hep yan yana olmuşuzdur.
Bazen güleriz, ağlanacak halimize! Deyimine birebir uyan bir anım geldi hemen şimdi aklıma. Aldığım notlara bağlı kalarak yazmaya devam etsem, bunlar sırada hiç yoktu. Koptum ben şimdi, içimden geldiği gibi yazayım. Belki sonra bunları bir başka dosyaya aktarıp, bir süre bekletirim, şu anda bilemiyorum ben en iyisi şimdi içimden geldiği yazmaya devam edeyim, bunun da kararını zamanı gelince veririm, Sayın NESİN...


Yaklaşık dört yıl önce, ilçemizde beş okul müdürü görevlerinden alınıp, komşu ilçelerin ulaşımı zor, uzak köylere ve beldelerdeki okullara idareci değil de öğretmen olarak atanmışlardı. ( bunun adını sürgün edilmişlerdi, şeklinde ifade etsem, anlam daha iyi yerine oturmuş olur) Eğitim Sen, Öğretmen Evinin önünde kalabalık bir grupla, bu haksız gelişmeye tepki gösterisi yaptı. Atatürk Anıtının bulunduğu meydana yürünüldü, meydanda Anıta çelenk bırakılıp, basın bildirisi okundu.
Bu anlatılanları gerçekleştiren grubun içindeydim. Yanımda ev hanımı partili bir arkadaşım da vardı. Siyasi akrabalarım, dediğimiz yakınlarımız da eylem alanında yerlerini almışlar ve hemen yanı başımızdaydılar. O muhteşem kalabalık o gün, haksızlığa uğradıklarına inandıkları beş meslektaşları için oradaydı. Benim eşim de o beş idareciden birisiydi.
Siyasi akrabalarımla yan yana, aynı etkinlik içinde saf tutup, göz göze gelip ama konuşmamak! Açıklayamadığım bir durum bence; mağdurlardan biriyim, onlar da mağdurlara destek amaçla partinin temsilcisi olarak yerini almışlar, ama bana dokunup:
“Üzülme, bu da geçer bile diyemiyorlar! Neden:
- Ağabeylerinin kesin talimatı var! Bırakın şunu ya; yüz vermeyin! Onun siyasi ve ekonomik hayatı bitecek, o gününü görecek! Denmiştir çünkü…
Böyle bir karar neden alınır? Gel deyince gelen, git deyince giden kadın olmazsan; katlin vaciptir! Bu siyasal bir partinin ilçe teşkilatı olsa dahi…
Dayanışma ve paylaşımdan yoksun, bir siyasi akrabalıktı bu! Onun içinde biz, özlediğimiz başarıyı, uzun yıllardır yakalayamadık belki de!“
Yapılan uygulamada amaca ulaşıldığını da görebiliyordum. Kadrolaşmanın ötesinde bir korku olgusunu, çalışanların kafasına sokmak da vardı bu sürgünlerde. Eğer öyleyse, bu konuda da hedefe ulaşılmıştı. O kalabalığa baktığımda üzülerek söyleyeyim ki saymaya çalıştım, ilçemde çalışıyor olan, öğretmen sayısını 10’a tamamlayamamıştım, o gün!
Eşimin çalıştığı okulundan, alındığı okulundan demem daha doğru olacak sanırım; idareci arkadaşlarından hiçbirisi yoktu! Eşimin üzerinde en çok çalışıp emek verdiği son çalışması, o okulda gerekçesi de çok ilginç olan bir şekilde toplu istifayla boşalan idareci kadrosuna; dürüstçe çalışmalarıyla yararlı olacaklarına inandığı öğretmen arkadaşlarından, yeni bir idareci kadrosu oluşturabilmesiydi!
Bu çalışmalar esnasında ev telefonlarımız hiç susmuyordu! Kadro oluşturulmuştu da ancak bu miting alanına yaklaşık 100 metre uzaklıktaki odalarındaki döner koltuklarında otururken her birisi, konuşmaları çok net duyabildiklerinden emin olabilirsiniz ama hiç birisi ortalıkta görünmüyordu! Ama hepsi aynı sendikanın da üyesiydiler tabii ki! Artı idarecilik öğretmenlikte maddi açıdan, dikkate alınması gereken bir duruma gelmişti o günlerde…
Bir merakla, katılımcılara teşekkür edip, nereden geldiklerini sorduğumda, çevre ilçelerden gruplar halinde katıldıklarını öğrendim! Herkes kendi başına gelebilecekleri, yaşayarak görüyor; kendi ilçesinde tepkisiz kalarak kendini korumaya alıyordu, adeta!
“Onlar bende saklı kalsın, kol kırılır yen içinde kalır“
Diye düşünüyordum ama… Parmaklarımın hızlılığı “bunlar bende saklı kalsın“ diye düşündüğüm konuları yazarken; ikiye katlanıverdi sanki! Bulunduğum salonumun alanı da bize göre hiç de küçük sayılmazken şu anda; bulunduğum ortam beni boğacak gibi sıktı bu satırları size yazarken, Sayın Nesin!
O gün o eylem tamamlandı. Yanımdaki ev hanımı ama siyasi bilinci sağlam, aynı zamanda yakın komşum olan bayan:
- Sizin de payınıza, hep bir bedel ödemek düşüyor be! Çok sabırlı insanlarsınız siz, karı- koca aslında dedi! Sen yıllarca hep aynı köyde çalışarak emekli oldun! Emekliliği gelen eşin, şimdi yirmi yedi yıldan sonra, görevinden alınıp, sürgün ediliyor! Nedeni belli, destek için gelmiş bu insanlar, gözümüzün içine baka baka, bir saattir hemen yanı başımızdaydılar…
Birbirimizi yok saydık!
Bu kafayla, böl parçala, yönet!
Yönteminin çarkları, her birimizi dişlilerine takıp da bilmediğimiz yönlere daha çoookk savurur, arkadaş dedi!
- Haklısın! Dedim…
Birlikte pazara gidip, o haftanın ihtiyaçlarını alıp, döndük eve…
1999’daki adaylığım sürecinde yapılan haksızlıklarda satır aralarını okumayı da öğrendim. Sayılı günlerde bir grup kadın ve gençlerin desteğiyle, hız kesmeden çalışmalarımıza devam etmemiz birilerini çileden çıkarıyordu. Bizim onları dikkate almayışımızı, olanları anlamadığımızı sanıp; daha anlaşılır bir halde göstermeye çalışmaları…
Tüm bunları hem yürek burkan, hem de dayanılması gerçekten, çok zor bir anlatım şeklinde yapıyorlardı!
Şimdilerde rahmetli olan, yaşlı bir ağabeyimizin; daha önceden verilmiş bir sözünü tutmak için seçimlere on üç gün kala, eski bakanlarımızdan birinin şerefine, ilçemizin doğayla iç içe, güzel büyük bir bahçesi olan, restorantta koyun keserek, bir yemek daveti düzenlemişti o günlerde. İlçe binamızda kalabalık bir grup toplanmış, konvoy düzenlemek için harıl harıl çalışıyorduk!
O gün herkes birbirine akşamki, yemeğe davetli olup, olmadığını soruyordu. Önce yadırgamadım, ama bir süre sonra baktım ki bu tamamen kasıtlı olarak yapılıp, bana duyurulmak istenircesine söyleniliyordu. Üzülmekle kalmayıp, tavrımı koymaya karar verdim. Amaç: “Sen de ortalıkta… Ben de adayım diye dolanıyorsun yaaa!“
Bak biz, seni dikkate bile almıyoruz! Bu akşam yemek yiyip, son durumları, birlikte konuşma kararı aldık ama sen davetli bile değilsin! İmajını tarafıma hissettirmek ve bu kendi gerçeklerini gözüme gözüme sokmaktı! Oysa ben çalışmalarım esnasında, eşim yanımda olmasa bile yemeklere, geç saatlere kadar süren toplantılara katılıyordum. İçkili bir ortamda bayan olarak bulunmamın doğruluğunu, yanlışlığını düşündüklerinden değildi, davet edilmememin gerekçesi!
Davetin yerini ve saatini gün boyu defalarca dinlediğimizden, ezberlemiştik. Sevim Hanım’la düşüncemi paylaşıp, O’nun ne düşündüğünü sordum:
- Ben de çok rahatsız oldum, farkındayım! Dedi.
- Yemek akşam yedideymiş. Masalardakiler mideye indirildikten sonra, saat yirmi bir civarında, ben bu yemek faslına katılacağım. Sen de gelir misin? Dedim
- Akşama evdekilerle konuşayım, sana telefon eder, söylerim. Katılalım, çok iyi olur bence de dedi. Başkan yardımcısıydı, kendisi o süreçte.
- Konuş ama ben, kesinlikle eşime gelir misin? Demeyeceğim! Sonuçta onun devlet memurluğu devam ediyor. Senden de aynı duyarlılığı, göstermeni rica edeceğim!
Bunlar, sırf kadın olduğum için bu kadar aymazlıklarda bulunabiliyorlar bence! Dedim. Sevim Hanım da aynı görüşteymiş:
- Bence de haklısın. Küçük muhafazakâr bir ilçede yaşamış olmamızdan kaynaklanıyor, biraz da bunlar! İlk kadın adaysın, ilçede! Üzgünüm, birçok kişi bunlara:
“Ülen; bir kadının peşine düşüp, siz de siyaset yaptığınızı mı sanıyorsunuz?“ da diyordur!
Şakasına bile söylense, hoş karşılanamaz böyle bir durum! Onlar seni, gel deyince gelen, git deyince giden kadınlarla karıştırıp; seni aday yapıp, sonra da evine kapanmanı, çok rahat sağlayabileceklerini sandılar! Öyle olmayacağını görünce de bu duruma geldik! Seni anlıyor, hak da veriyorum ama az kaldı sabredeceksin arkadaş! Dedi.


O güne kadar tek dolmuşla sürdürdüğümüz çalışmalarımızdan sonra alınan, konvoy düzenleme kararına destek verdik. Üstelik gün boyu psikolojik baskı altına alınmaya çalışılmamıza, hiç aldırmadan! Konvoya kalabalık bir katılımı sağlamaya çalıştık! Israrla akşamki yemeğin duyurusu yapıldı ama nezaketen de olsa, davet edilmemiştik! O akşam Sevim Hanım telefonda:
- Gideceğine yakın telefonumu çaldır da aşağıya ineyim, seni sokakta fazla bekletmiş olmayayım. Ben de geliyorum, dedi.
İki kadın gün boyu adı söylenen restorana, gitmek için yola çıktık. Amacım, seçime on üç gün kala, partili kimliğinizi ön plana alarak; bir toplantı düzenliyorsanız, adayınız olarak beni soyutlamaya çalışmanızı, hiç dikkate almadan, olmam gerektiğine inandığım için orada olurum! Mesajını vermekti.
Çok güzel, bahar havası vardı bahçede, Nisan ayının ilk haftası. Biz arabamızı henüz park etmemiştik ki iki görevli geldi yanımıza:
- Buyurun efendim, hoş geldiniz! Sizi nereye almamızı isterdiniz? Rezervasyonunuz var mıydı? Acaba dediler.
- İyi akşamlar özel bir rezervasyonumuz yok ama kalabalık bir arkadaş grubumuz, burada olacaktı. Bizi onların bulunduğu masaya yönlendirirseniz, memnun oluruz, dedim.
- Maalesef efendim, onlar yedi içti, tartışmaya başladılar, kısa bir süre sonra, sesler yükselmeye başladı. Sonunda, masada bıçaklar konuşunca, yemek faslından sonra fazla kalamayıp, ayrıldılar dedi görevli.
- Bizim kendilerine ulaşmamız gerekiyor. Teşekkür ederiz ama biz oturmadan, gidelim o zaman dedim.
- Bir çay ya da kahvemizi ikram edelim, buyurun. Biliyoruz çok yoğunsunuz ama çok memnun oluruz, denilince:
- Biz de çok memnun oluruz, kahvenizi içtikten sonra, hemen kalkmamızı hoş görürseniz, neden olmasın? Dedim.
- Zengin kalkışı yapacaksınız yani, şeklindeki espriye:
- Aynen öyle olacak, cüzdanımızın zengin olmadığının siz de farkındasınızdır. Sonuçta ben emekli bir öğretmenim ama yeri geldiğinde zengin kalkışı yapmayı da severim, dedim.
Tebessümlü yüzlerimizle kahvelerini içtik, olabildiğince kısa konuşarak, en hızlı bir şekilde oradan ayrılıp geri döndük ki. Oradaki görevlilere, davetsiz misafir olduğumuzu çaktırmadan, ayrılmaktı çünkü o andaki birincil amacımız. Ortak kimlikleri partileri olanlar, o yemeği bu kimliğe istinaden düzenlemiş oluyorlar ve kurbanlık koyun olarak da olsa, parti adına aday olarak çıkardıkları kadını, yani beni! Bu yemeğe davet etmeyerek, akıllarınca beni rencide etmeye çalışıyorlardı!
Oysa ben, ATA’MA olan borcumu ödemenin onur ve gururunu yaşıyordum! Boyunlarına taktıkları kravatlarla, beyinlerini feodal düzenin düşüncelerinden arındıramayan bu Mehmetlerle, demokrasi platformunda, demokratik bir mücadelenin sorumluluğunu almakla, çok şey öğrenmiştim Sayın NESİN!
Ama çok yorulduğumu ve de üzüldüğümü de itiraf etmek zorundayım. En çok zorlandığım nokta da, üzüntümü saklamaya çalışmam oluyordu! Bu zevki onlara yaşatmama adına, üzülmüyormuş gibi yapmak, fazlasıyla yormuştu beni. Gerçek hayatta da bu böyle değil midir? ‘’mış- muş maskeleri!’’ Diyorum bunlara ben, bunları taşımak zorunda kalmak, hangimizi yormuyor ki?
Çünkü bu yemek, bir kişi tarafından organize edilmişti. “Arkadaşlar gelecek bak; güzel olsun, benim yüzümü kara çıkarma ahh!“ Şeklinde, pazarlık yapılarak verilmiştir mutlaka! Seçime çok az kalan günlerdeki bu yemekte benim de olmam gerekir diye bir beklenti oluşturmakta da kendimi çok haklı buluyordum. Ve de gereğini yapmaya kararlıydım.
Biraz geç gidişimizin nedeni ise, yemek faslının bitmesini hesaplamıştık! Mis gibi kızarmış koyundan, herkesin payına düşen, midelere inmiş olsun ki! Biz masada sadece bir kahve içme kararlığıyla çıkmıştık yola. Davetsiz bir yemek masasına arsızca oturmak değildi amacımız! Davet edilmesek de bu toplantı parti adına yapıldıysa; burada bize yer olmalı arkadaş, düşüncesini onlara göstermek istemiştik, biz iki kadın partili o gece.
Ben partinin Belediye Başkan Adayıyım, Sevim Hanım da İlçe Başkan Yardımcısı. Durum böyleyse bu görevlendirmeler sadece kontenjan doldurmak için mi yapılıyor acaba? Listede kadın adı olsun yeter, gerektiğinde kullanım tarihleri dolana kadar kullanırız, zihniyeti mi hâkim! Bence evet, aynen öyle…
Bize kahve ikram eden kişilere bu acı gerçeğimizi muş maskesi sayesinde, çaktırmamayı başardık ve ilçeye döndük fakat eve gitmedik! Grubun gidebileceği olası yerlere tek tek baktık Sevim Hanımla, o gece…
Şehir Kulübünde…
Olası bir dershanede…
Altılı ganyan salonunda…
Olabilirler diye umut etmiştik…
Hiç birinde yoktular…
Saate baktık, vakit geç sayılırdı…
Normalde, gecenin bu saatinde bu iki kadının eve gitmesi gerekirdi! Mahalle baskısı gerçeğini düşündüklerinde ama gitmek istemiyordum ben hemen eve ve Sevim’e…
- İlçe Teşkilatında olmasın, bunlar? Dedim…
- Geçerken bakalım, yoklarsa eve dönelim artık ne ooluur! Dedi, Sevim Hanım!
Hiç umut etmiyorduk. Çoğu muhalif gruptandı. Değirmende koyun kesip, parti adına son değerlendirmeleri yapma gereği duyan ağabeylerimiz, bu gerekçeyle, İlçe Teşkilatında pek rahat konuşamayacaklarını düşünüp, buraya gelmezler demiştik biz ama merakımızı da yenememiştik, o gece…
Işıklar yanıyordu, ilçe teşkilatının binasına da bakmadan eve gidemedik; oradaydılar…
Alkol, etkisini göstermeye başlamıştı her birinde fazlasıyla ama…
Bunca aramadan sonra, bu gerçeğe rağmen, onlarla aynı masada oturmayı seçtik…
Argo bir deyimle…
“ Başınıza gelecek varmış veya kavgaya davetiye çıkarmışsınız siz de ama denilebilinir!“ bu durumda, bu inadımızdan dolayı…


Onları çok hararetli bir tartışmanın ortasında yakalamıştık. Zaten bazı şeyler, planlanmıştı. Bu, bizi de hemen, aynı konunun içine, çekmeye çalışmalarından, belli oluyordu. Akşamdan alkol almış olmaları, onlar için bir avantajdı! Üzgünüm, çoğu iki kadeh bir şey içmeden, üç beş kişinin karşısında, konuşabilme yetisinden, mahrumdu! Bu davranış biçimlerinden dolayı, üç beş kadın, bu konuda da ne mücadeleler vermeye çalışmıştık da bir arpa boyu yol alamamıştık! Haftalık toplantılara, gelmeden önce alkol almalarını eleştiriyor ve engellemeye çalışıyorduk!
O akşamki maceralarını öğrendiğimizi, saklamadık! Gün boyu onların yaptıklarından sonra, bunu büyük bir zevkle paylaşmak istemiştik:
- Mis gibi havayı bırakıp, bu kapalı mekana kendinizi hapsetmişsiniz. Oysa bütün gün, gideceğiniz yerin reklâmlarını dinledik durduk, birçoğunuzdan! Demek ki siz, alkole yemekle birlikte değil, konuşulması gerekenlerden sonra başlamalısınız, arkadaşlar!
Masadaki bıçakları mı kullandınız? Yoksa zaten cebinde her zaman, bir çakısı olanlardan mısınız? Dedim, büyük bir zevkle!
En yaşlı olanı, başladı söze:
- Burada çok daha ciddi şeyleri konuşuyorduk. Hem bunlar, sizi de çok yakından ilgilendiriyor! Gelmeniz çok iyi oldu! Dedi.
- Sona on üç gün kala toplanıp, alınması gereken kararlardan haberdar olmak için buradayız zaten! Buyurun söyleyin, neymiş bu önemli kararlarınız, merak ettim doğrusu? Biz de onun için buradayız zaten dedim.
Konuşmayı başlatan ağabeyimiz, devam etti:
- Arkadaşlar, geri sayım başladı! Ancak durum pek iç açıcı değil! Ben birçok kişinin nabzını yokladım. Çıta yerlerde sürünüyor! Derken, sözünü kesip, ben araya girdim:
- Hangi çıta? Dedim.
- Lütfen dinle! Şeklinde biraz da azarlanırcasına, uyarıldım.
- Eğer aynı çıtadan bahsediyorsak, ben zaten yerdeki çıtayı, son anda sizlerle yaptığımız, genişletilmiş toplantıda, onurla sahipleneceğimi; söylemiştim ya! Benim çıtaya yaklaşımımda bir değişiklik söz konusu değil! Hatırlatmak istedim! Dedim…
- O kadar basit değil, işte bu! Onu anlatmaya çalışıyorum! Çıtayı sahiplenip, bir de onu yükseltmekten, bahsediyorum!
Dediler, kolay mı? Yılların tecrübesi konuşuyordu, eski kurtlardan yani...
- Tamam özür dilerim! Dinliyorum! Dedim…
- Evet arkadaşlar şimdi çok önemli bir yol ayrımındayız! Şapkamızı önümüze koyup, doğru düşünüp, doğru karar vermemiz gereken gün!
Madem bu çıtanın bulunduğu nokta hepimizi üzüyor! Öyleyse ortak kararımızla, ben adayımızın çekilmesini talep ediyor, oylamaya sunuyorum. Siz de düşüncelerinizi sırayla söyleyin arkadaşlar, dedi. Bütün gece bunun provasını yaptıkları, çok belli oluyordu! Salondaki kalabalık gruba, sırayla söz verdi, gruba öncülük yapan ağabeyimiz.
Hemen yanı başında oturan ağabeyimiz aldı sözü:
- Ben de sizin gibi düşünüyorum. Bence de adayımız çekilsin! Dedi…
Yirmi beş otuz kadar, partili ağabeyimiz, sırayı aksatmadan sözü aldı, üç aşağı beş yukarı, hep aynı kelimelerden oluşan cümleler kurup, fikir beyan ettiler!
Sevim Hanım, lale gibi kızarmıştı! Ama kesinlikle sıcakla ilgisi yoktu. Bu partili ağabeylerimizin yanında, sadece iki kadındık biz! Davet edilmeyişimizi önemsemeyip, zorla bulmuştuk onları üstelik! Söz sırası, Sevim Hanım’daydı:
- Yaaa siz ne diyorsunuz? Dedi.
En yaşlı ağabeyimiz tarafından:
- Sinirlenme! Diye, O’na da uyarı yapıldı.
- Nasıl, sakin olmamı bekliyorsunuz ki? Çocuk oyuncağımı bu! Arkadaşın, adaylık süreci, saklı gizli yapılan, bir olay değil ki! Genişletilmiş toplantıda, bin bir rica ve minnetle yapılmadı mı bu teklif?
Sizler de oradaydınız yaaa!
Derken lafı gene kesildi, gerekli açıklamalar, uyarılar, yılların partilisi, yaşlı ağabeyimiz tarafından yapıldı:
- Konu, kendisinin aday olup olmaması değil! Çalışmalar çok yetersiz kalınca, çıta çok düşecek! Onu anlatmaya çalışıyoruz!
Dedi ağabeymiz, eee kolay değil, tecrübe konuşuyor orada…
Ama Sevim de az inatçı sayılmaz, devam etmeye kararlıydı:
- Anlayamıyorum! Gerçekten sizleri anlamakta, zorlanıyorum! Yaaa siz, ne vicdansızsınız! Eğer, akşam aldığınız alkol, sizin sağlıklı düşünmenizi engelliyorsa, tüm konuşulanları olmamış sayıp; yarın sabah, dinç kafayla burada gene toplanıp, konuşalım isterseniz! Dedi bu kez Sevim Hanım. Hemen cevabını da aldı tabii ki:
- Aaaa, siz de taktınız bizim, içkimize! Hiç alakası yok! Gayet şuurumuz açık biçimde konuşuyoruz işte! Olması gerekenleri söylüyoruz! Denildi.
- Bu adayımız! Siz necisiniz? Sizin, herhangi çalışmada, en ufak bir katkınız oldu mu? Vazgeçtim katkıdan, sizin başka partilerin konvoyunda, ne işiniz var?
Deyince Sevim Hanım, gergin olan sinirler, kopma noktasına doğru gidince! En yaşlımız olan, ağabeyimize gene söz düştü:
- Vakit geç oldu! Burada, zaten oylama yapıyoruz! Lafı uzatmaya gerek yok! Çekilsin veya çekilmesin de, tamam! Deyip, engin tecrübesiyle bizi tekrar uyardı. Sözü, bana verdi. Ben de:
- Başka partilerin konvoyunda boy göstermenizin ötesinde; “biz bile bu kadına oy vermeyeceğiz ki!“ değerlendirmeleriniz, anlaşılan hedefinden şaşıp; sizi bile zor durumda bırakmış olmalı ki!
Hiç olmazsa son günlerde sizi haklı gösterecek, somut arayışlar içinde olduğunuzu görüyorum, fazlasıyla telaşlısınız! Ama kusura bakmayın, bu beklentinize katkı koyamayacak kadar, partimi çok seviyorum!
Adaylığımın konuşulduğu günde de bazılarınız aday çıkarmayıp; bu gün konvoylarına gittiğiniz partiyle, ittifak yapalım önersinde, bulunmuştunuz zaten!
Çok net hatırlıyorum, dedim ve devam ettim:
- Bu partinin delegelik sıfatıyla, bu parti çatısı altında; bu partiyi bir başka partinin stepnesi yapma hakkınızın olmadığını, bu önerinin etik dışı olduğunu, aslında suç teşkil ettiğini söylemiştim size, o gün de!
Çalışmalara katılmadığınız hakkında, bir eleştirim olmayacak size! Ben zaten sizlere, düşünmeden harcayabileceğim miktarda param olmadığını söylemiştim. Aksi olsaydı, dengeler değişir miydi? O konuda da bir değerlendirme, yapamayacağım!
Çıta meselesine gelince! Söyleyecek çok sözüm olur! Ben zaten o çıtaya duyduğum saygıdan dolayı, elemansız işyerimin kapısına kilit vurup, düştüm yollara!
Ne yazık ki, ilçemizde o çıtayı biz, uzun yıllardır hiç arzuladığımız noktada göremedik ki! Ama o dönemlerden kalma bir sorumluluğumuzun olmadığını da hatırlatayım size. Ben kendi adıma o zamanlarda 657’e tabii bir köy öğretmeniydim! Hangi hesaplar peşinde olduğunuz, bu saatten sonra beni hiç ilgilendirmiyor, arkadaşlar!
Vakit epey ilerlemiş. Bakın bir gün daha gitti. Seçime on iki gün kalmışken, geri çekilmeyi de çok etik bulmuyorum! Gücümüz yettiğince, ilk günden itibaren hep çalıştık, son ana kadar da çalışacağız!
Geri çekilip, partime zarar vermeyi de doğru bulmuyorum!
Yıllar sonra benden sonra aday olacak, tanımadığım kadınlara da böyle bir miras bırakma hakkımın, olmadığını düşünüyorum!
Altı aday, demokrasi mücadelesini veriyoruz; zaten birisi sandıktan çıkacak! Çok oy alabilme şansımızın olmadığını hepimiz biliyoruz! Aksi olsa sizler, zaten beni aday yapmazdınız ki! Bu düşüncemi ben, en başından sizlere de söylemiştim!
Sandıkta kaybedersem, partime zarar vermiş olacağımı, kesinlikle kabul etmiyorum!
Sizin işiniz gerçekten çok zor, sizin adınıza üzüldüğümü söyleyemem ama!
Siz çözümü bende değil, başka yerde arayın!
Gel dediğinizde, ben de mantıklı bulduğum, için geldim…
Kusura bakmayın; git dediğinizde giden bir kadın olmayacağım!
Bu bedelin altından kalkamam! Hiç, kazanabilme sarhoşluğuna kapılmadım. Bu gerçekle, kapı kapı dolaşıp, aldığım sorumluluğun hakkını vermeye çalışıyorum! Geri dönüşümleri, çok güzel olan, yorucu ama bir o kadar da zevkli bir çalışma içindeyim! Ben çok memnunum, torunlarıma bırakabileceğim bir miras olarak görüyorum bunu!
Seçilme hakkımı kullanmayı da; ATAM’a olan borcumu, ödeme olarak algıladığım için yaşadığım mutluluğu, hemcinsim değilsiniz, anlayabilir misiniz? Bilemiyorum!
Bugünkü ortak çalışmamızı çok anlamlı bulup, önemsiyorum!
İki gün sonra yapacağımız konvoyda, siz isterseniz, çok şey değişir! Geriye kalan zamanda, ortak kimliğimizin gereği sayarak, hep birlikte çalışmamızdan, onur duyarım! Olması gereken de bu!
Şimdilik hoşça kalın, birkaç saat sonra sabah olmak üzere. Sizi bilemem ama bizim, yarın çok işimiz var! Saat 09.00’da partide buluşup, çalışmalarımıza başlayacağız. Bu çok içten bir davettir, sizi de aramızda görmek istiyorum! Dediğimde, birçoğunun yüzlerindeki ifadenin, gözlerinden fışkıran alev toplarının, beni gerçekten korkuttuğunu söyleyip, rahatlamak istiyorum! Şu meret, şişede durduğu gibi durmuyor çünkü! Hepsinin de kanında o meretten fazlasıyla vardı o gece! Tabii ki ertesi gün gelen, giden olmadı toplantımıza… Konvoy günü de bana unutulmaz dersler vermeye devam ettiler! Çok şey bildiklerini sanan bu partili Mehmetler, ne yazık ki son yirmi yıldır, bu ilçede henüz belediyeyi kazanmayı bilemediklerini, beceremediklerini de bir görseler!
Sanırım öyle bir amaçları olmadığından kaynaklanıyor bu, hep kaybetme konumları da!
Üç yüz aracın katılımıyla, kalabalık, gösterişli bir konvoy gösterisi olmuştu. Gençler çok heyecanlı ve çocuk gibi sevinerek, başladıkları günü, hüsrana uğrayarak, geçirmişlerdi! Genel Başkanımızın, Belediye Başkan Adayları olarak da benim posterlerimi, yapıştırıcıları ve makasları alarak; binanın önünde park halinde bulunan araçlara, bunları yapıştırmak için indiklerinde. Heyecanları, hüsrana dönüşmüştü! Onları sakinleştirmek de bana düşmüştü ama pek de kolay olduğunu söyleyemem!
Diğer adaylar bunu her akşam yapıyordu. Bizim gençler de bu konvoy olayına, öykünüyorlardı. Gürültü kirliliğinden öteye varabilen bir çalışma değil ki çocuklar! Özenecek şey mi bitti? Takmayın kafanıza! Diyordum ama onlar da bana:
- Tek dolmuşla daha mı iyi oluyor? Hocam! Diyorlardı…
Bu özlem içindeyken her biri, o günkü konvoy, heyecanlandırmıştı onları! 300 aracın sadece % 10 u civarına denk gelecek araca, poster yapıştırabilmişlerdi. Araçların hepsine Genel Başkanımızın Posterlerini yapıştırmışlardı da! İçlerinden sadece 25- 30 kadar araç sahibi, benim posterimi de yapıştırırken itiraz etmemişti. Geriye kalan % 90ı ise:
- Dur, dur be oğlum! Görüş alanımı kapatıyorsun! Deyip…
Belediye Başkanı Adayları olarak, benim posterlerimi araçlarına yapıştırtmayıp, gençlere:
- Sen ver onu bana, arabada kalsın o!
Diyerek benim posterimi kıvırıp, aracının içine atması birçoğunun! Yapıştırılmasına izin verilmeyişi; gençleri çok üzmüştü, seçim öncesi sadece bir kere konvoy yapma kararımızın alındığı o gün, konvoy öncesinde. Bize bir iki gün önce yaşatılanlara rağmen, biz gene de parti adına yapılan bu etkinlikte bulunmayı, görev saymış ve sorumluluğumuzu göstermiştik…
Aracına astırmadığı posteri, niye alır da aracının içine atar ki bu partililer? Bu davranışlarını da anlayabilmiş değildim! Hatıra kalsın desem, oy bile vermeyeceklerini söyledikleri bir adayın posterinin hatıra değeri, ne olabilir ki? İl yönetimi benim hangi şartlarda bu sorumluluğu aldığımı bildiği için olsa gerek, bana partili bir arkadaşın matbaasında poster bastırıp göndermişti. Kabartma yazı ve resimleriyle gerçekten çok güzeldi. Bir partili arkadaşımız:
- Yaaa bedava diye bu posterler de böyle mi yapılmalıydı? Hiç güzel olmamış, diyebilmişti yüzüme karşı...
Çok şaşırmıştım, elimde de geçmiş yıllara ait bu tür belgeler vardı. Gerektiğinde, eski dönemlerden beri verilen sözleri belgeleyip, yerine getirilmeyen vaatleri, konuşmalarımda anımsatmak amacıyla yanımda bulunduruyordum. Hem de tüm partilere ait olmak üzere. Onları gösterip kendisine:
- El insaf deyimi çuk diye oturur; bu haksız ve anlamsız ifadenin karşısına. Bak geçmiş yıllara ait olanları da dosyamda mevcut, hangisi bundan daha özenle basılmış ki! Üstelik ben ilçemdeki bu tür basılı evraklarda ilk defa meclis üyesi arkadaşların listesini böyle kabartılmış resimler şeklinde gördüm, dediğimde bana:
- Renkler ve zevkler, tartışılabilinirmiş!
Dediğinde sadece gülümsedim, çok anlamsız bir konuşmaydı, tartışma alanına bile giremezdi, girmemeliydi! Partimiz, ortak kimliğimizdi çünkü bu kişiyle…
Konvoy öncesindeki posterimi araçlarına asmama konusunda verilen tepkiler karşısında gençlerin; ellerindeki makasları, delici cisimler gibi kullanma duygularını bastırmakta, çok zorlanmıştım! Heyecanlarının yerini, öfke ve kızgınlık almıştı! Oysa konvoy özlemleri, gerçekten yaşça çocuk sayılan gruptakilerin, çikolata ve şekere duyduğu özlem gibiydi! Bunu benimle defalarca paylamışlardı, konvoy yapma talebinde bulunmuşlardı…
Gün boyu kendi aralarındaki konuşmalarına, kulak kabarttığımda, gençlerin: “Vallah, başkanımın posterini yapıştırtmayan, ver onu sen bana diyen, koca koca adamların karnına; elimdeki makası, sokuveresim geldi oğlum! Zor tuttum kendimi!“ derken, dinleyen arkadaşının da:
“aynen, ben de öyle düşündüm vallah!“ diye cevapladığını duydukça, çocukların adına, üzülüyordum! Çünkü biz çoook gün boyu birlikte çalışıp, akşamları birlikte sadece kahvaltı yapabildik bu çocuklarla. Diğer partili gençler anlaşmalı lokantalara gidip karnını doyururken, benden çorba isteyenlere karşı verebildiğim tek şey, ilçe teşkilatına dönerken çalışma sonunda, bir mandıra uğramak, kahvaltı malzemeleri alarak, binaya gelmek hep birlikte. Onlar müzik dinlerken ben, küçük tüpün üstünde, hepimiz için çay yapıyordum, birlikte yiyiyorduk…
Onuruna yemek verilen eski bakanımız da henüz ağabeylerinden ayrılmamıştı o gece. Bu talihsiz konuşmalar kendisinin yanında yapılmıştı. O seçime on üç gün kala, yapılan son değerlendirmeler… Yanılmıyorsam, kendileri o dönemde parti meclisi üyesiydiler. Ağabeylerinin o geceki ortak kararı olan: “adayımız çekilsin!“
Fikrini tek tek beyan etmelerinin ardından, eski bakanımız hepimizi dinledikten sonra:
- Dereyi geçerken at değiştirilmez, arkadaşlar! Bu önerinizi doğru bulmuyorum, demişlerdi sadece…
Hatta, bu bakanımız bana birkaç gün öncesi de, ilçe teşkilatı binamızda, bir grup arkadaşın önünde, bir de şey demişti:
- Kadriye Hanım, annem size oy verecek!
Demişti, Sayın NESİN! Ben partinin adayıyım, o da bakanlık yapmış bir büyüğümüz…
Ve ne ilginç değil mi? Annesinin bana oy vereceğini itiraf etme gereği duyuyordu, çok düşündürücü! ABD’nin Apo’yu paketleyip, DSP’nin kazanmasına çaba sarf ettiği günlerde; içimizden birileri de başka partinin değirmenine su taşımayı misyon edinebiliyormuş demek ki! Tarih tekerrürden ibaretmiş ya; her dönemde benzer olayları, gelişmeleri yaşamak olası…
Bir hayli doluymuşum bu konuda; saat 17.00 gibiydi, kısacık not düşeyim diyerek başlamıştım bunları yazmaya, zorunlu bir iki ara vermemden sonra, bir daha başına geçtiğimde, birbiri ardınca sıra kapmaya çalışan, anılara öylesine kaptırmışım ki kendimi, oturduğum yerde kas katı kesilmeme rağmen, kalkamadım!
Saat 06.10 olmuş! Bunlar bende saklı kalsın diyerek; bilinçaltımın derinliklerine hapsettiğim ama küçücük bir fırsatta gün ışığına çıkmak için bekleyen ne çok söylenecek sözüm varmış oysa!
Yaşanınca birileri tarafından dikkate alınmayanlar, yazılınca sanki çok mu dikkat çekecek? Veya tekrarının olmaması konusunda, ilgili ve yetkililer, daha duyarlı davranıp, eşitlik ilkesinden yana; daha mı kararlı olacaklar sanki? Sanmıyorum! Benimkisi de eteğimdeki taşları dökerek, rahatlama istemimden öte, bir şey olmasa gerek!
Ama içimden gelen bu isteği de bastıramadım; her ne kadar kol kırılır, yen içinde kalıra sıcak baksam da! On yıl, beynimin derinliklerine hapsettiğimi sandıklarım, en ufak bir çatlaktan, nasıl da dışarı fışkırma, gün yüzüne çıkma hevesine kapıldılar. Bu gerekçeyle olsa gerek şu aralar, bu geceki gibi, çoook sabahladığım günler oldu çok! Size bu mektupları yazmaya başladığımdan beri, Sayın NESİN!
Sevgili site izleyicilerime:
İlçemizdeki Büyük Tire isimli Yerel Gazetesinde, günlük periyotlar halinde yayınladığımız Aziz Nesin'e Mektuplar isimli yazı dizimizin, haftalık bölümlerini tek başlık altında sizlerle de paylaşmaya devam edeceğim. Geri dönüp, olumlu ve o güzel düşüncelerinizi benimle paylaşıyor olmanız, şu emeklilik günlerimde, beni çok mutlu ettiğini açıkca sizinle paylaşmak istedim, sağolun! Hergün binlerce bilginin, insan beynine girme yarışında olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Ben de bu sürecin içinde yer almış olmaktan ve de sizlere ulaşabilmekten, gerçekten haz alıyorum. Sevgi ve saygılarımla hoşça kalın:)

Hiç yorum yok: