28.01.2010

İki Hece

İki hece deyip geçmemek gerekir, bazen tek bir hece bile, insanı fazlasıyla üzmeye yeter de artarmış bile. Onun için eğri oturup, doğru düşünmeli, ağzından çıkanı, kulağın zamanında algılamasında çok yarar olduğu ve kaçınılmaz bir gereklilik olduğu söylenirmiş ya! Boşuna dememişler:
‘’Söz insanın ağzından çıkana kadar insanın esiri, ağızdan çıktıktan sonra da, insan o sözün esiriymiş!’’ diye…
Kulağa, küpe yapılması gereken bir laf, bence de bu! Bu durumda ağzından çıkanın, hece sayısına bakmadan, öyle patavatsızca ortalığa saçmamak gerekirmiş. Hece deyip geçmemek gerekir, sonuçta birleşince cümle olansa her biri, sonrasında da bir anlam yüklenen bir bütünün parçacıklarıysa bunlar. Hecelerine, sahip olmasını bilmek, güzel bir meziyetmiş. Ağızdan çıktıktan sonra neme lazım, sözde bile olsa, esaretmiş ya yolun sonu...
Bazen seçme şansın yoktur, önüne konulmuştur, alternatif üretemeden, belli zamana kadar, ona katlanmak zorunda kalırsın. Öyle ki, belki de bir ömür alabilirmiş bu. Hatta alışkanlığa bile dönüşebilirmiş! Ağzından çıkanı kulağın duysa da, duymasa da! Aynı frekansta ortak paydalara sahip olsan da, olmasan da! Geldiği gibi devam eder o süreç ve sen buna katlanırsın. Katlanmanın ötesinde, alışmaya alıştırırsın kendini...
Yüksek atlamayı öğrenebilirsen, işte o zaman durum farklılaşabilir. Yepyeni bir sayfa açarsın önüne ve sadece senin onayından sonra girilir ancak bu sayfaya. Bu da kolay değildir, eğer bunu başarabilenlerdensen, ağzından çıkanı kulağın duysa da olur, duymasa da! Bir hükmü yoktur zaten, ne kulağının ne de burnunun bu durumda! Beynin hepsini, senin istediğin hizaya sokmaya muktedir bir kapasiteye sahip demektir artık!
Bu da seni, elemanları çok az olan bir kümenin, kapsamı içine almaya yeter de artar bile. Tam kapasiteli tıkır tıkır çalışan bu beyin sayesinde, sırtın da kolay kolay yere gelmez zaten senin…
Çok önemli ve zor bir kazanımdır, çalışan bir beyin. Öyle ha dedin miydi de? Her yerde bulunmaz, çalışmaktan yana tavır koyanına…
El, ayak, kulak, burun, göz ve benzerlerinden sonra en önemlisi de beyindir beyin! Kaç farklı kümenin, kaç farklı elemanlarının ortak paydada, sahip olmanın buluşanlarıdır hepsi de ama! Hepsini hizaya sokan tek merkez, beyindir işte…
Kullanım tarifesine göre aynı elemanları, kaç farklı kümenin elemanı yapmaya, yeter de artar bile! Farklı kümelerde olsa da her biri; her birinde olsa da üstelik! Tıpkı milyonlarcasının içinden, sana en farklı olanından düşen bir burun gibi, ortak sahip olabildiklerimizdendir aslında o da ama! Bulunduğun yeri belirleyen, farkı yaratan odur işte…
Onu farklı kılansa! Farkı, fark edebilmesiymiş! En şansız yanı da burun gibi estetikle, dudaklar gibi silikonla düzeltilemez olmasıymış! Ancak yoğun emekle hizaya sokulabilinirmiş. Öyle ki bir ömrün sonuna gelinir de çoğu zaman, henüz sıfır kilometrede kalabilirmiş de. Dar alanda kısa paslaşmalarla geçen süreçte, hız yapmadan rölantide de çalışıp, yol alma gibi bir derdi de olmadığı için, bir çoğunun yaşlanmayla yakınlığı, akrabalığı, tanışıklığı da olmayabiliyormuş...
Dar alanda kısa paslaşmalar bile, bu taşıyıcılara çok kapsamlı gelebilir ve bulunduğu mekânları Kafdağı gibi algılatabilirmiş ama! Bulunduğundan çok, olduğunu sandığı yerden dolayı olsa gerek, bazı lakaplar yakıştırırmış, bazıları kendisine. Takmakla kalmaz, bir de tapma noktasına taşırmış ki bunları!
İşte o zaman, bu inanmışlıkla, bunlara hakkını vermek için uğraşırken bitap düşmekle kalmaz. Bu dağları ben yarattım! Sen tepe olarak kendini ne sanıyorsun? Haddini bil haddini! Diye, öyle bir kükrermiş ki! Yerli yersiz, zamanlı zamansız! Tepeleri yok edeceğine, onları birer çukura çevireceğine, hatta yok edebileceğine bile inandırırmış kendini…
Hoşça kalın, saygılarımla...

Hiç yorum yok: