28.03.2010

25.03.2010 ve 27.03.2010 Tarihleri Arasında Yayınlanan Aziz Nesin'e Mektuplar Dizisi...


14.05.2008’den…
25.03.2010
SAYIN AZİZ NESİN
Bu güne kadar unutamadığım, bundan sonra da bilincimin açık olduğu sürece unutamayacağım gibi görünen yaşanmışlıklarımı, sizinle paylaşmaya devam edeceğim.
Bir sabah henüz başka köyün dolmuşundan inmiş, okuluma uzanan köyümün yolunda 15- 20 metre kadar yürümüştüm ki ovadan köye gitmek için traktörüyle yola çıkmış olan Sabri Amca, yanı başıma gelince durup:
- Atla Hocam! dedi.
Traktörün römorku yok, arkaya bağlanmış küçük bir kepçe, kepçenin içine de üst üste bırakılmış olan içi yem dolu çuvallar; çuvalların üzerine oturup, okula kadar götürülmüş olmam anlamına geliyordu bu “atla hocam“ teklifi:
- Sağ ol Abi! Hava güzel, yürüyeyim ben, dedim.
Sabri Amca kararlı:
- Bıkmadın mı be bu yolu yürümekten? Atla işte, atıvereem seni okula kadaa! Deyince ayıp olmasın, traktör olduğundan nazlanıyormuş konumuna düşmemek için:
- Tamam, dedim.
Yerleşmeye çalışırken küspe çuvallarının üzerine, çok hızlı mı kalktı? Ben mi henüz oturduğum yerde tutunacak bir yer bulamamıştım? Anlayamadım kendimi köy yolunun ortasında sırt üstü, boydan boya uzanmış bir halde buluverdim. Plan defterim kucağımdaydı, o da benimle birlikte uçarak, yolda yanı başıma düştü. Sefer tasım kepçede kaldı. Bir seksen uzandığım köy yolunda toparlanıp, üstümü başımı silkeledim. Vücudumu dinledim, o an ağrıyan bir yerim yoktu.
Geri dönüp hastaneye mi gitsem? Hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam mı etsem? İkilemi arasında gidip geldim. Sabri Amca benim düştüğümün farkına bile varamamış, yoluna kalktığı hızla devam etmişti zaten! Okula gitmeye karar vermiştim. Yolda çok keskin bir dönemeç vardı. Bu dönemeci alırken Sabri Amca çuvallarla göz teması kuruyor, kurmasıyla birlikte ani bir fren yapma gereği duyup, duruyor. Beni göremeyişine çok şaşırıp; korkuyor. Bu çuvalların üzerinde olmadığına göre, mutlaka düştü! Düştüyse ben nasıl fark etmedim?
“Hay aksiliğe bak sen! Sabah sabah çıktım kızın karşısına; üstelik kepçeye de binmek istemedi! Ne diye ısrar ettim ben! İnşallah kötü bir şey olmamıştır. Geri dönüp bakmalı da, nasıl bakarım ben şimdi hocanın yüzüne?“ deyip yolun ortasından geri döndüğünde beni yürürken gördüğünde çok sevindiğini söylemişti! O sevinçle gelip, yanı başımda durduğunda koyduğum tavırdan, kendini suçlayıp, bir hayli utanmıştı.
- Aman be Sabri Abi, sabah sabah çıktın yoluma. Tutturdun atla diye! Daha çuvalların üzerine yerleşememişken, kendimi yerde buldum. Çok acelen vardıysa, niye atla atla diye o kadar ısrar ettin? İnsan bir gaza basmadan önce, tamam mı? Yerleşebildin mi? Demez mi yaaa? Derken, O:
- Ne diyoon, Hocam sen yaaa? Ben deliye döndüm, seni kepçede göremeyince! Köye gidemedim, geri dönmee utandım! Kendimi suçladım, durdum! Aaha inan bak, karşıdan seni yürüyüp durduğunu görüverince; çok şükür, Yarabbim! Çok şükür! Fena bi şey olmamış yalım deye, bi sevindim bi sevindim bilemezsin, vallah!
Telaşlıydı, korkmuştu, suçluluk duyuyordu!
- Şaka yaptım Sabri Abi! Bunda kasıt aranabilinir mi? Oldu işte bir kaza; ama sakın ısrar etme, binmem! Dur da sefer tasımı alayım.
- Vallah çok korktum aaah! Binme de, sen okula gitme bence! Ben geçerken durup haber veririm. Bu düşme işi hafife alınmaz, derlee! Sıcaklınan şimdi annayamazsın da, sona çıkaaa kokusu!
- Umarım bir şey olmaz, acıyan bir yerim yok, şimdilik. Ben okula gideyim, dedim.
Defalarca, kusura bakme eyii mi? dedi. Art niyetin olmadığı yerde bence, kusur falan olmaz! Hadi sana iyi günler deyip; ben traktörün çıkardığı toz bulutlarının arasında, tabanvayımla yoluma devam ettim.
Birkaç yıl sonra ikinci el bir Murat 131 alarak, bu yol sorunuma bir çözüm getirebilmiştim. Gene aynı yolda bir gün, Sabri Abi ile karşılaştım. O yolda yaya yürüyordu, ben de okula gidiyordum, durdum:
- Atla abi, dedim!
Sevinerek bindi arabama:
- Hocam, kayvede duydum araba aldıını. O kadder sevindim ki inan bak; en kısa zamende okula gelip, hayırlı olsun deyceedim!
- Sağ ol abi! Dedim, ekledi:
- Gerçekten bak! Sanki kendime Mercedes almışım gibi sevindim yaaa, dedi!
- İnşallah en kısa zamanda Mercedes’in çayını içeriz, dedim.
- Mercedes benim neyime yaa Hocam, dedi!
Çok uzun yıllar, aynı köyde kalınca birçoğu beni kendilerinden biriymişim gibi görmeye başlamıştı. Aramızdaki diyaloglar, veli öğretmen ilişkisinin ötesinde; “bizim kız“ yaklaşımına dönüşmüştü!
On yedinci yılımı çalışırken; hakkım olan müdürlüğün, tarafıma verilmemesi için planlanan, ayak oyunlarına karşı direnişimi bir sonraki mektubumda sizinle paylaşmaya karar verdim.
Saat: 03.13 olmuş, şimdilik hoşça kalın!
Saygılarımla…
Devamı yarın, saygılarımla, hoşça kalın…
http://www.kadriyecosar.blogspot.com

15.05.2008’den…
26.03.2010
SAYIN AZİZ NESİN

Çalıştığım köyümün okulunda demirbaşların arasında sayılacağım yıllarda; müdür yetkili arkadaşımızın tayini, ilçede bir ilkokula çıkınca; bize de yeni bir öğretmen arkadaşın ataması yapıldı. Gelen öğretmen arkadaşımız yedinci yılını çalışıyordu; yedi ay sonra da askere gidecekti. Benim de meslekte on yedinci yılımdı.
İlçe Milli Eğitimdeki, Şube Müdürüz, yeni gelen arkadaşımızı makamına çağırıp; yeni görevlendirmede, Müdür sorumluluğunun tarafına verilmesinin, daha uygun olacağı görüşünü paylaşmış kendisiyle. O da:
- Teşekkür ederim ama ben yedi ay sonra askere gideceğim; bayan arkadaş uzun yıllardır, orada çalışıyormuş. Bana göre de zaten, meslekte daha tecrübeli biri. Bence bu teklif onun hakkı, demiş!
- Biz kendisiyle de konuşacağız da önce sizin düşüncenizi alalım, demiştik!
- İyi günler, benim köye gecikmemem gerekiyordu. Görüşürüz deyip ayrılmış arkadaş.
Hakkaniyet duyguları ön planda olan bir arkadaştı; bunları ertesi gün benimle paylaştı. Bu oyunu bozmanıza en çok benim sevineceğimi bilmenizi isterim. Küçük hesaplarla insan kaybetmek bana göre değil; bunu zamanla birbirimizi tanıyınca, siz de anlarsınız dedi! Ben de, dürüst biriyle çalışmaktan, çok memnun kalacağımı, olayların gelişimini hep birlikte, izleyip göreceğimizi! Hak arayışım konusunda da kararlı davranacağımı paylaşıp, koyduğu tavrından dolayı kendisine teşekkür ettim! Şube Müdürümüz, belli ki devreye Muhtarı da sokmaya çalışıyordu. Muhtar o günlerde okula daha sık gelmekle kalmıyor. Sohbeti dönüp dolaştırıp, yeni müdürün kim olması gerektiğine getiriyordu? Getirmekle de kalmayıp, fikir beyan ediyordu!
Sadık Bey; Muhtara:
- Ben yedi ay sonra askere gideceğim; zaten arkadaş meslekte bana göre daha tecrübeli, hem görev yerinde de çok uzun süreden beri kaldığı için, bu sorumluluk tartışmasız, kendisinin hakkı! Deyince Muhtar:
- Kadından, Müdür mü olur yaaa?
Derken, bende yanlarında oluyordum. Kasıtlı olarak yaptığı o kadar belli oluyordu ki konuşmaların tartışmaya dönüşmesini anlamsız bulup:
- Düşüncesine katılmadığımızı belirtip, konuyu değiştirirdik!
Şube Müdürümüz; beni, öğretmen arkadaşım Sadık Beyi, Muhtarı aynı anda makamına çağırdı bir gün. Konu belli, Muhtar bu konuya müdahil edilmiş olduğundan, çok mutlu! Dersini de iyi ezberlemiş. O yerli yersiz konuşmalara katılıp:
- Ben kaç kere köyde de söyledim! Kadından Müdür mü olur yaaa diye? Sadık Bey, askere gidene kadar bakar, sonra zaman neyi gösterir bilinmez, o zaman da gereği yapılır! Diyordu, Muhtar.
Muhtar öyle diyoooo; Müdür Bey de böyle istiyooo! Deyip; bana yapılan haksızlığa karşı susarak, tepkisiz kalamazdım! Muhtarın ifadelerinin açılımı:
Yüzüme karşı yapılan güvensizlikten; ben utanıp hakikatten ya yapamazsam, düşüncesine kapılıp! En iyisi hiç bulaşmamak galiba! Noktasına çekilmeye çalışılıyordum! Bu toplumda, biz kadınlar bu yaklaşım şekline, uzak olmadığımız için istersek, oyuna gelmeyiz! Bu yaklaşım şeklini zaman içinde, bir zahmet değiştirin bari beyler! Yıllar sonra aktif siyaset yaptığım yıllarda da aynı düşüncenin ürünü olan; bu utandırarak, uzaklaştırmak yaklaşımı, çıkmıştı karşıma!
“Tıpkısının aynısı denecek; biçimdeydi!“
Şimdilerde durum nedir bilmiyorum…
Emekli bir kadın olarak, varsa param, harcamak ve gezmek için dışarıya çıkıyorum çünkü! Harcama dediysem; genellikle bir evin günlük doğal ihtiyaç listesinin, dışına pek çıkmaz! Gezmeden kastım ise; yeşilliği bol olan geniş alanlarda, yürüyüş olur genellikle! Bu da benim, plan program yapmasını bilemeyişimden kaynaklanan, bir sonuç olamaz tabii ki!
“Yurdum emeklisinin ortak kaderi!“
Oysa emekli de olsak, henüz oyun ve gösterilerdeki konuyu anlayıp, gerekli dersi çıkarıp, izlerken belli bir doyuma ulaşabiliriz çok şükür! Ama televizyonla yetinmesini biliyoruz işte! Son hafta içinde emekçilere ‘’ayak takımı!’’ denmesini çok yadırgadım ve de anılarımın arasında yer alsın istedim. Üstelik Başbakanın ağzından dökülen incilerdi bunlar. ‘’Ayaklar baş; başlar ayak olursa…’’ demişlerdi…
Oysa Avrupa’daki ayakların! Turlarla ülkemize gelip, en güzel yerlerde, aylarca kaldığının da farkındayız! Kesinlikle insanları yaptığı işe göre kategorize etmeyi hiçbir zaman, doğru bulmamışımdır! Ancak Avrupa’da tezgâhtarlık yaparak, geçimini sağlayanların bile; Kuş Adasında dört ay tatil yaptığına şahit oldum, desem! Mesleğinden dolayı küçümseme gibi bir yanlış algılanmadan, rahatsız olacağım için, bu açıklamayı yapma gereği duydum!
Ayakların çalışma verimini artırabilmede, bu çok önemli! İnsanca bir yaşamın sağlanması için her türlü olanakları, ayaklara sağlamak şart! Baş ve ayaklardaki anlaşmada, birincil koşul bu olmalı! Baş ve ayak takımına bu kadar, niye taktım ki ben şimdi? Güzel bir atasözümüz vardı; aklıma gelmişken, ben bu özlü güzel sözle, araya girmiş olan bu konuya noktayı koyayım. Çünkü benim asıl anlatmak istediğim, bunlar değildi ki! Mesleki anılarımı yazayım derken, bunlar da bastırılmışlıklarımın arsındaymış ki bulduğu boşluğu; kendilerine çıkış yolu sayıp, kontrol dışı bir hamle sonucu, dışarıya çıkmayı başardılar!
“Akılsız başın cezasını, ayaklar çeker!“ di, o özlü sözümüz…
Eskiden, küçük bir ilçede yaşamanın avantaj ve dez avantajlarını konuşup, tartışırken. İnsanın her yerde olduğu gibidir genellikle; bir elin parmak sayısını geçmeyen dostları olur ya! Onlarla yaptığımız sohbetlerde, ilçemizdeki sosyokültürel etkinliklerin; yokluğundan, azlığından, şikâyetçi olurduk hep! Şimdi emekliyim, zaman sıkıntım yok, üstelik Başkent’te yaşıyorum! Gençliğimizde eksikliğini duyumsadıklarımızın, telafisini yapamıyorum!
Anılarımı yazmaya çalıştığım, şu emeklilik günlerimde, sakin bir yaşantım var. Plan dışı acil bir sağlık durumu olmazsa; değil yarının, önümüzdeki on günün kısa özetini yapmak için, bir saniye bile düşünme gereği duymadan, bir çırpıda anlatmak olası artık, bizim için! Anlayacağınız:
“Kimselere karşı önceden, onun düşüncesini okuma; gardımı ona göre alma, konumum kalmadı!“
Şube müdürümüz, Muhtar kadar tok sözlü olamadı:
Devamı yarın saygılarımla, hoşça kalın…
http://www.kadriyecosar.blogspot.com

27.03.2010
- Yok, yok…
Öyle değil de! Bu görev tabii ki Hoca Hanımın hakkı! Biz kendisi zorlanır diye düşünüp, alternatif çözüm arayışı içindeyiz! Öyle değil mi Hocam? İlçede oturup, öğretmenlik için her gün köye gidip geliyorsun. Annesin, ev hanımısın, bir de idarecilik sorumluluğunu sana yıkarsak; eee kolay değil! Bu düşünceyle biz ne yapabiliriz, acaba? Arayışı içindeyiz, yoksa bizim için değişen bir şey olmaz! Dedi, benden de onay bekledi!
İnsanoğlu bazen nankör oluyor işte! Benim zorlanmamam için, bu kadar kafa yoran, çözüm aradığını söyleyen, bu beyler hakkında, ben de:
“Bu oyununuzu bozar, sizin istediğiniz noktaya gelmem, diye düşünüyordum!“ Ben bu köyde göreve başladığımdan beri; tayin kanallarına giremiyordum! Çözüm bu beylerin, iki dudağı arsında oysa! Ama demek ki ben çok sabırsızın biriymişim ki! Hemen olsun, diye bir beklenti oluşturmuşum kendi kendime!
Sonuç: “Orada çalışırken, emekliliğim geliverdi işte!“
Bunlar düşünce dağınıklığı, olamaz değil mi? Söylenecek çok sözün olduğu halde; uyum ve anlaşma adına, çok susmuşluğun sonucundan başka bir şey değil bence! Bu, her başladığım bir lafta, araya giren düşünce çatışmasının, en makul açıklamasını ancak böyle yapabilirim, kendi adıma! “asıl konumuza“ dönmeliyim…
Müdür Beyin odasındayız, kendisi benden yanıt bekliyorlar:
- Ben sizin gibi düşünmüyorum! İdarecilik sorumluluğunu alıp, bu konuda da tecrübe kazanmış olmayı, daha mantıklı buluyorum, dedim!
Odada buz gibi bir hava esti! İlk tepki bilindik kelimelerle kurulan cümlelerdi bunlar, Muhtardan gelince; ben:
- Senin bu konuda söz hakkın bile yokken, fazlasıyla konuştun zaten Muhtar! Senin bu hakkı nereden alıp, niye bu kadar katı bir yaklaşım içinde savunmuş olmanı bile, dikkate almadım! Seninle tartışmayı doğru bulmuyorum; yıllardır aynı köyde, görüştükçe selamlaşan iki kişiydik! Ama bundan sonra ortak sorumlulukları olan, iki kişi konumuna geleceğiz! Onun için olaya fazla karışmasan iyi olur, dedim! Şube Müdürümüz, asık bir suratla:
- Çıkarken, özel kaleme dilekçenizi verin! Geciktirmeden, sömestri tatilinde de demirbaş, devir teslim listenizi hazırlayıp, bize ulaştırın! dediler…
Bence mücadele bundan sonra başlayacaktı. En kısa zamanda “bu okula, kadın eli değmiş“ dedirtmeliydim! En az yirmi yıldır badana yapılmamıştı. Başlangıç noktası olarak, badana iyi fikirdi. Okulumuz da üç dershaneli, girişte küçük bir salonu ve küçük bir idareci odası vardı; aynı zamanda öğretmenler odası olarak da kullanıyorduk, biz orayı! Çok büyük değil, fazla masrafı da olmaz, madem demirbaş sayımı için gideceğim. Aynı anda hazırlıklarını yapıp, sömestri tatilinde badanayı da yaparız, diye düşündüm. Muhtarla ilk paslaşma konum, bu oldu. Uzun yılların muhtarıydı kendisi. Tecrübelerine dayanarak:
- Yıl ortasında badana mı olur? Yazın duruma bir bakarız, dedi!
Bu konuyu hemen kapatmayıp, birkaç kez konuştum kendisiyle. Değişen bir şey olmamıştı. Velilerle olan diyalogumu kullanıp, muhtarı devre dışı bırakmayı düşündüm! Nazımın geçeceği, birkaç kadın velimle konuşup, bu konuda yardımcı olup olamayacaklarını sordum. Toz boya ve kireci ben alacaktım. Benim, ulaşıp da konuşamadığım, ancak duyunca kendiliğinden, “ben de gelirim“ diyen kadınlarla, sayı ona çıkmıştı. On kişi için iki günlük bir işti bu! Dört ve beşinci sınıf öğrencilerimle de badana sonrası temizliği yaparız, diye düşündüm. Muhtara haber gönderip, okula çağırttım.
Muhtar katı yaklaşımından, geri adım atmıyordu:
- Ne anlar kadınlar badanadan, boyadan? Rezil edip, elinize yüzünüze bulaştıracaksınız! Kış ortası, düzeltmeye de zamanımız olmayacak belki! Bekle, şimdi paramız yok! Yazın bakarız işte! dedi…
- Muhtar, senden para isteyen yok ki! Yirmi yıldır yapılmayan bir badanaya, niye bu kadar, karşı çıkıyorsun? Kadınlar, benden yevmiye almayacak ya! Kireç ve toz boyayı da ben alacağım! İmece usulü, bu iş yapılacak! Bunda sana ters gelen ne, anlamıyorum? Biz bu Cuma, işe başlıyoruz. Haftaya da temizlik olayını ben, çocuklarla yapacağım. Okulun temizliğini, yıllardan beri, biz zaten çocuklarla yapıyorduk! Bence hiçbir sorun, yok! Seninle paylaşmak istedim, hepsi o!
- Kadınları bu işe hiç bulaştırma! Ben, Mehmet’le konuşur, sana haber veririm, dedi!
- İlle de bunu erkekler yapacak dersen, itirazım olmaz! Ama Perşembe günü senden bir haber gelmezse; ben Cuma günü kireç ve boyalarımla gelir, planımızı hiç bozmayız, Muhtar dedim!
Çarşambadan geldi Muhtar!
- Mehmet’in elinde işi varmış! Hafta sonunda ben okula gider, kireci söndürür hazırlarım. Pazartesi başlar, Salı günü geç saate kadar bile olsa çalışır, Çarşambaya iş bırakmam, dedi! Haberin olsun, kadınları bu işe bulaştırma, dedi Muhtar!
“No problem! Mehmet iki çırağıyla bu işi yapıp, erkek elinden çıktı diye, bu iş sizi çok mutlu edip, huzurlu kılacaksa; bizim için ne sakıncası olabilir ki?“ demek geçti içimden ama demedim, tabii ki!
- Zamanlama açısından, bence de bir problem yok, Muhtar! Sağ ol, dedim!
Plan benim dediğim gibi değil! Muhtarın istediği gibi oldu! Sonuçta benim amacım; sömestri tatili içinde, yirmi yıldır, boya badana yüzü görmemiş okuluma, badana yaptırmaktı! Oldu, hem de çok güzel! Yetmemeliydi, daha yapılacak çok iş vardı…
Muhtar, hakikatten! Kadından, Müdür mü olur yaaa? Demekten kendini, daha birçok kereler alamayacaktı…
Aynen, öyle oldu!
Temizlik sonrasında, girişte insanın içini açacak, küçük değişimler yapmaya çalıştık. Çok da güzel olmuştu. Bir öğrencimin evlerinin bahçesinde atıl konumda olup, yıllardır bir köşede bekletilen, daha önce görüp de göz diktiğim, bir metre yüksekliğinde, geniş çaplı toprak küpü istedim. Babası kendi elleriyle, okula kadar getirip:
- Bahriye, öğretmenimiz bizim eski küpü istiyor, dedi. Ne yapcaaan bunu? Al getiriverdim, Hocam dedi!
- Sağ ol! Kauçuk dikip okulun salonuna koymak istemiştim, dedim.
Devamı haftaya saygılarımla, hoşça kalın...

Hiç yorum yok: