29.09.2010

Bıktık Bu Gavatlardan!


Merhaba Sayın Nesin;
İyi ki, devletimin köy çocuklarını da hesaba katarak! Onların eğitimleri, benim asıl sorumluluklarımın arasındadır dediği, 1960lı yıllarda, elim kalem tutmayı öğrenmiş, zaman içinde en güzellerini severek aldıklarımla da; iyi ki yeri ve zamanı geldikçe parmaklarımın arasına alıp, o çok sevdiğim kalemlerimi, buluşmalarına sebep olduğum kâğıt üzerinde, saatlerce kelimelerle oynama gibi alışkanlık edinmişim, diyenlerdenim… Şimdilerde her işin kolaylaştırılmış halleri bize sunulmakta. Teknoloji sayesinde tabi ki! Hızına yetişilecek gibi değil maşallah; tüketimi katlayarak artırmak için piyasaya neler çıkarmıyorlar neler? Üzgünüm siz birçoğuyla tanışamadınız!
Öyle albenili şeyler ki, elindekinin modeli eskidi artık deyip, en son ürünü satın alman için canla başla çalışıyorlar, hizmette sınır yok efendim! Tanışmış olsaydınız yeni teknoloji harikalarıyla, bazıları buna cimrilik dese de; bu teknoloji ürünleri, tutumluluk duvarınızı aşabilirler miydi? Sanmıyorum! Ben de direnebildiğim kadar, kapitalistlerin tuzağına düşmüyor, işime yarayan ürünlerini, modeli eskidi artık bunun deyip, yenileme yoluna gitmiyorum…
Bunlardan birisi de klavye! Emekliliğimde kendisiyle tanışma şansım olunca, kalem kâğıt döneminden kalan alışkanlığımı onunla sürdürmeye başlamam; sizin gibi değerli bir mektup arkadaşı kazandırmış oldu bana! İşte bunun için, iyi ki varsınız demek, kesinlikle yetmez. Zamanımın çoğunu mektuplarınıza ayırabildikçe mutlu oluyorum, her şeyi, ama sizin için anlam ifade edeceğine inandığım her şeyi, sizinle paylaşmak için, şimdilerde de klavye ile ayrılmaz bir ikili olduk…
Müzik dosyalarıma yüklediklerimi, simgede çalıp dururken, mektuplarınız uzayıp gidiyor. Giriş bölümlerinin bile normal mektup standartlarını aştığının farkındayım ama sağ olun siz de; ‘’mektuplardaki ayrıntılardan sıkılmadığınızı, tam tersine sevgili halkımın, ne halde olduğunu anlamamı kolaylaştırıyor!’’ dediğinizden olsa gerek, lafı kısa kesemeyişim.
İçim rahat, sayfa sınırı gibi bir sıkıntım yok. Dilimin ucuna gelen kelimelerimle oynayıp, 21.yüzyılda da bunlar olur mu canım? Dedirtecek insan manzaralarını, anılarımı severek yazıyorum, paylaşıyorum sizinle. Simgede de sevdiğim müzikler çalıyor, dedim ya! Bazen hep aynı parçanın defalarca dönmesi ruhumu dinlendiriyor. Biraz önce kapı zilinin çalmasıyla fark ettim ki Sayın Gür’ün söylediği ‘’Zeytin dalı çürük olur; basmaya gelmez! Elin oğlu pek cavur olur, küsmeye gelmez! Aman aman küsmeye gelmez…’’ parçası, kaçıncı tekrarındaydı bilmiyorum. Değiştirdim ama şimdi de ‘’Bülbülüm altın kafeste…’’ parçası ınstrumental sürümüyle dönmeye başladı bile...
Zil çalınca gelen eşimdi, üç gündür annesinin hastalığı nedeniyle İzmir’deydi! Kullanılan çatı aynı, renkler ve zevkler konusunda özgürlük sınırlarını zorlamanın bir âlemi yok; mektubunuzu bitirip, bloğuma yerleştiresiye kadar, alçak sesle devam edecek sanırım, simgede çalan türküm. Bu arada eşim de kumandasını avuçlayıp, koltuğuna gömüldü bile, kendisi yokken hiç açmadığım televizyon kanallarının sesleri de salonda uçuşmaya başladı böylece. Mektubuma yoğunlaşmamı zorlaştırsa da saniyelerle yarışılırcasına yapılan zapingler; şu anda başka alternatifim yok! Bu masa üstü bilgisayarına, gene beni mahkûm etti; bana da denk gelen, üretim arızalı ürünlerden biri olan, şerefsiz HP’im!
Ahvalli hallarımız, içimi acıttıkça, sizinle paylaşmadan yapamıyorum Sayın Nesin! Dün gece geç saatlere kadar bloğumun tasarımıyla uğraştım durdum gene, benim en yeni oyuncağım oldu bu sitem. Yerleştirdiğim yeni renkleri çok sevdim. Saat 04.00 ü geçmişti ki gözlerimin isyanı ağır basıp netten çıkarken. Facebook sayfama çok sevdiğim bir şiiri yerleştirmek geldi içimden, ağlayan bir kız çocuğunun resmiyle birlikte, Yok Mu? İsimli şiiri bıraktım. Zaten kısacık ama çok uzun ana fikirlerine sahip olduğunu düşündüğüm bu şiiri, mektubunuzda sizinle de paylaşayım, seveceğinizi umarak…
YOK MU?

HİÇ ÇOCUKLAR AĞLAMASA

HİÇ İNSANLAR AÇ YATMASA

HİÇ KİMSE YUMRUĞUNU SIKMASA BİRBİRİNE

VURMASA İNSANLAR BİRBİRİNİ

KIRMASALAR İNSAN KALBİNİ

İŞTE!

BÖYLE BİR DÜNYA İSTİYORUM

ÇOK MU?

YOKSA...

YOK MU?

Sevgilerimle...

O dünya tatlısı ağlayan çocuğun resmiyle yayınlamıştım bu şiiri. Aynı gün içinde, böyle bir dünyanın olmayacağını, böyle bir dünya düzenini kuramayacağımızı görünce; uzun süredir yazamadığım mektuplarıma, bir yenisini ekleme gereksinimi duydum bu gece.
Bugün ilçemizin pazarıydı, Bızdığın tek baş menüsü olan, sırt diye satılan tavuk etini almak zorunda olmasam; kesinlikle dışarı çıkmazdım herhalde. Boğazıma fazla düşkünlüğüm olmadığından, kendi beslenmeme nasıl olsa çözüm bulurdum da! Bızdığı, günlük öğününde tükettiği menüsünden yoksun bırakmama adına pazara çıkmaya karar vermiştim beş saat önce. Sokağımızdan çok az uzaklaşınca araç ve insan kalabalığının içinde yoluma devam ediyordum ki!
Hışımla üzerime doğru gelen, uzuuunnn bir boruyla aniden irkilip, bir elimde sürümeye çalıştığım pazar arabamla, hızlıca kendimi, birkaç adım öteye atmayla, görünmez kazaların birinden, paçayı çok zor sıyırdım! Bıraktığınızdan, daha gerilere gitmek için koşar adımlardayız Sayın Nesin! Toplumun % kaçıdır bilmiyorum tam oranını ama o grubun, boyunlarına taktıkları kravatların hükmü; bulunduğu noktadan, bir karış yukarısına uzanıp, kafataslarının içinde korumaya çalıştıkları, o yumuşak dokuyu, henüz kravat hizasına getirmeye yetmedi bir çoğunda! Hani kravatı medeniyetin göstergesi sayacak olursak. Severek takıyoruz ama süsüyle yetiniyoruz! İşin cakası, çabası yollarındayız kısaca daha…
Olayın şoku bütün yoğunluğuyla, henüz beynimde sıcacık yerini korurken; traktörün kasasından bir o kadar daha uzun olan bu boruyla haşır neşir olan ve ellerindeki çamaşır ipiyle bağlamak için, traktörün kasasında borunun dengesini sağlamaya çalışan iki köylü vatandaşla, göz göze geldik ama her şey kontrolleri altıdaymış gibi davranınca bunlar, yüksek bir sesle ben:
- Naapıyorsunuz siz ya? Soruma:
- Az daha kafanıza gelecekti vallah; Allah korudu seni!
Yanıtını alınca; o anki paniğime, bir de bu tavırlarının yarattığı stres eklendi. En azından bir özür dilemelerini beklerken ben! Onlarsa kaldıkları yerden azman boruyu, traktörün kasasına bağlama işlerine geri döndüler…
Bu durumda lafı uzatmayı anlamsız bulup, ben de malzemeleri satan işyerine dalıp:
- Kimse yok muuuu?
Soruma yenice satılan borunun ardından gelen ikinci bir müşteri sanısıyla, iç taraflardan:
- Biiiii saniye efendim! Biiii saniye! Geliyoruuummm…
Yanıtını aldım, sesin sahibi geldi fakat kısa sürede yaşanan tatsızlığı dinleyince benden; müşteri olmadığımı anladı ve dikkate almaya gerek bile duymadı. Bu ortalıkta dolanıp, hayatı çevresindekilere zehir etmekten, zevk alanlar grubundaki gavat! Köylü vatandaşlardan sonra, ona daha kararlı davranmamı anlayacağını sanmıştım, yanılmışım…
- Ben ne yapayımmm ya! Boruyu ben sattım, benden çıktı, ondan sonrası beni ilgilendirmez, dedi…
- İyi de senden çıkan boru, sana para kazandırdıktan sonra; benim de canımı çıkaracaktı diyorum sana, anlayamıyor musun? Böyle bir iş ahlakını kabul etmek mümkün mü? Bak yarım dönümden fazla bahçen var, bir sürü de park etmiş boş araç! Sattığın mal, yol ortasında araca sarılıyorsa, bu da vatandaşın can güvenliğini tehdit ediyorsa! Bu senin işinin bir uzantısı olur ve sen buna bir çözüm getirmek zorundasın! Diyorummm, anladın mı şimdi?
Deyince ben, vatandaşın gülmeye başlaması beni çileden çıkarmaya yetti de artı Sayın Nesin! Yanı başımdaki park halindeki aracın kasasına vurarak:
- Yıllardır bu mekânda aynı işi yapıyorsunuz. Bu güne kadar gelip bir şikâyetim oldu mu? Hayır! Ama bugün gördüğün gibi durum farklı! Senin sattığın boru yüzünden ben zarar göreceksem, sen de işte bu araçlarına farklı bir park yeri bulacaksın! Açtığın boş alanda da; müşterilerine sattığın o azman borularını! Araçlarına burada yükleme yaptıracaksın! Bu kadar basit, dedim…
Dedim ama vatandaş gülmeye devam etti ve:
- Sattıktan sonra, adam borusunu naaappppar, bilmem! Beni de zaten hiççç ilgilendirmez, diye diretti…
Aynı noktada buluşup, aynı dili konuşamadığımızdan; bu gavatlar, başımıza neee işler açıyor? Bir bilseniz Sayın Nesin, diyecektim ki! Siz zaten bunu çok iyi bildiğinizden! Yıllar önce hesabını yapıp; bu halkın % 60ı aptal demiştiniz ya! Yaşananlara ve sonuçlarına bakılırsa, tespitinizdeki oranda; yerden göğe kadar haklısınız da Sayın Nesin! Benim endişem, bu oranın artması yönünde…
Yoluma devam ettim, ihtiyaçlarımı aldım, eve döndüm, akşam karanlığı basmak üzereydi. Bir damacana su siparişimi verip, internetten iletişim adreslerini buldum. Telefon ederek yaşananları asıl patronuna anlattım. Çok duyarlı davranıp:
- Kim? Bizim eleman mı hoca hanım?
Telaşıyla olayın detaylarını dinleyip, özür diledi.
- Asıl vurgulamaya çalıştığım noktanın, yarından itibaren, borularınızın araçlara yüklenmesi bölümüyle de ilgilenmeniz ve bahçenizde yer gösterilmesi suretiyle, çözüm getirmenizi beklediğimi anlamışsınızdır sanırım. Çünkü elemanınızın tavrına fazlasıyla şaşırdığınızı algıladım telefonda. Onu paylamanız, değil benim derdim, deyince:
- Anladım hocam anladım! Gerekeni yapacağım inanın ama elemanımın adına da sizden özür diliyorum, lütfen kusura bakmayın. Geçmiş olsun, çok üzüldüm. Ayrıca çok teşekkür ediyorum. Gözümüzden kaçan bir ihmalkârlığımızı bize hatırlattığınız için, iyi günler dedi…
Olayı tatlıya bağladık, rahatladım. Belki de yarın veya bir başka gün, benim kadar şansı yaver gitmeyecek birinin; yol ortasında başına düşecek azman bir borunun darbesiyle, hastanelik olmasını engellemiş saydım kendimi! Ve güzel bir mektup konusu olur bu diyerek, olayın sıcaklığı hafızamdan silinmeden; zevkle yazarak, sizinle de paylaşmak istedim.
Sevgiyle kalın efendim, sizi toplum olarak çooookkkk özlüyoruz çok! En kısa zamanda yeni bir mektup sayfasında görüşmek üzere hoşça kalın, saygılarımla…

1 yorum:

Kadriye COŞAR dedi ki...

Metindeki şiiri yakın geçmişte face sayfamda da paylaşmıştım. Yeri geldi, metnimin içinde de kullandım. Şiirin tarafıma ait olduğuna dair bir kelime olmaması, bana ait olmadığına dair bir özür sayılır mı? Takdiri bende olamaz!
Şiiri dilime pelesnk yaptığımı yakın çevrem bilir, en büyük özlemlerimi çok güzel ifade ettiğinden olsa gerek! Her seferinde de Sayın Doğan Katırcıoğlu'nu anımsama nezaketini göstermeyi boynumun borcu sayarım. Bir dostun kibar mailinden sonra bu atladığım gafımı görmüş oldum. Kendisine saygılarımı sunar, sizden de özür dilerim.
Paylaşmaya değer bulunan güzelliklere, hep birlikte sahip çıkmanın adına, paylaşmaya devam edelim.
SÖZ İNSANLIĞIN;
YAZISIYSA MEDENİYETİN GEREĞİDİR!
Yaklaşımından yola çıkıp, yazmaya ve paylaşmaya devam etmek gerek.
Sürçü lisan edersek affola, sevgili dostlar....
Bir yukarıdaki özlü sözün sahibi var mıdır? Bilmiyorum bir öykü yarışması finalinde Yılmaz SUNUCU dan duymuştum. Bu vesile ile kendilerine de saygılarımı sunarım...
Okunduğunu gördüğüm sürece AZİZ NESİN'E MEKTUPLARıma devam etmek istiyorum.
''İnsanoğlu topraktan türemiş; çok çabuk çamurlaşabilir!'' bunu da dün gece faceteki bir arkadaşın tanıtım sayfasında görmüştüm.
Üreme ve türeme kısmına girmeyeyim de! ÇAMURLAŞMA kısmına katılmamak olası mı?
Yazmayı seviyorum, bir anlam ifade ediyorsa paylaşmaya çalıştıklarım, emekli köy öğretmeni olarak bundan mutluluk duyarım. Dirilerden uzak durmamın tek sebebi de! ÇAMURLAŞMAYI ALIŞKANLIK EDİNMİŞLERE BULAŞMAMAKTANDIR.
Bu bağlamda mektup arkadaşım AZİZ NESİN'e sonsuz sevgi ve saygılarımı, en içten bir borç saymaktayım...